10 Mart 2014 Pazartesi

ABD oyları merak ediyor...



Hükümetin Fethullah Gülen için ABD ile yaptığı görüşme ve iadesini talep edeceği iddiaları gündemde... ABD başkanı Obama'nın Başbakan Erdoğan'a 'mesaj alındı' deyip demediği son Beyaz Saray açıklaması ile iyice irdelendi. 
2004 senesinde Gülen ABD'deydi ve ikametinin uzun statüye geçebilmesi için müracaatı mevcuttu. O dönem Türk Dışişleri Bakanlığı'nın bu müracaata destek olarak, Gülen'in Türkiye'deki davalardan beraat ettiğine dair belgeleri bir ön yazı ile ABD Dışişlerine ilettiği belirtiliyor. Dönemin büyükelçisi Faruk Loğoğlu bu belgeleri Abdullah Gül'ün talebi üzerine ilettiğini açıkladı. Ancak dosyaları gayrıresmi şekilde Marc Grossman'a ilettiğini ekledi. Buna gerekçe olarak, ABD Dışişleri'nden bir bilgi talebi gelmemiş olmasını gösterdi... Büyükelçi, önyazıda Gülen'in iyi bir din adamı ve eğitimci olduğunun belirtildiğini anımsıyor... Bugün Türkiye'de Gülen cemaatinin heryeri elegeçirdiğini iddia eden ve bu ele geçirmede kandırıldığını ifade eden bir hükümet var. ABD için vakti zamanında hükümetin referans mektubunun mevcudiyetinden ziyade yolsuzluk operasyonlarının 30 Mart seçimlerine etkisi önemli. Buna göre yani Ak Parti'nin gücüne göre hareket edileceği açık. Dünyayı yönetenler her zaman halkı tarafından desteklenen bir lider ile yürümeyi tercih ediyor. Halkına zorla, dikta ile hakim olanlara da pek aldırış etmiyorlardı yakın zamana dek... 'Yeterki hakim olsun ve bizim ile uzlaşsın' mantığı hakimdi... 
Ancak şimdi konjonktür değişti. Arap baharından bu yana Kiev'e bakınca dahi sokak hareketleri ile dünya yönetiliyor. Rusya'nın gaz durumu, Ukrayna ve İran denklemi bu günlerde her zamankinden daha ilginç bir hal alıyor. Putin mi gaz sattığı Avrupa'ya bağlı Avrupa'mı Putin'in gazına? Rusya' da ekonomik dengelerin bu aralar sarsılması bekleniyor. 
Putin'in dahi sokaktan çekindiği iddia ediliyor...
Dünya siyasetinde bazen Mısır'da olduğu gibi Müslüman Kardeşler gibi bir partiye ülke yönettirme şansı verilir gibi yapılıyor... Ancak arkadan desteklenmediklerinde, bu halkın partisi olan yapılar çuvallıyor ve yeni isyanlar ile eski sistemin adamları yine işbaşına geliyor. Demokrasi sosu da dökülmüş oluyor işe... Batı'ya yakışan da o... Tunus Nahda'nın lideri İslami yönetimleri istişare yapmamakla suçluyor... Suudi Arabistan Müslüman Kardeşler'i terör örgütü olarak ilan ediyor ve El Kaide ile birlikte anıyor... Türkiye El Kaide'ye destek vermekle suçlanıyor, yönetime diktatör yaftası vuruluyor. 'Başbakan Erdoğan işadamları ile uzlaşıyor veya uzlaşmadan onları birşeylere zorluyor' konusu değil bu... Rıza Zerrab üzerinden geçen gayrı resmi para trafiği de değil... Bütün bunların uzlaşılarak yapılmıyor olması gibi görünüyor asıl sorun... Ve koalisyonlar güçsüzleşip çatırdadığında, ortam kaosa müsait olunca müdahale kolaylaşıyor...

Evet, Mısır, Müslüman kardeşleri terör örgütü olarak ilan etti. Peşinden Suudi Arabistan'da Müslüman Kardeşleri terör örgütü ilan etti. Müslüman Kardeşler diktatör bir liderin ardından Mısır'da ilk demokratik seçimle işbaşına gelen Morsi'nin partisiydi... Ama olmadı... Ya Türkiye'de bundan sonra hangi gruplar desteklenir dersiniz? Ergenekon'dan salıverilen askerleri görüp ve 'bunu biz yapmadık, onlar yaptı' diyerek, darbelerle yüzleşmeyi birbirinin üstüne atanlara bakınca tahmin etmesi pek zor değil... 'Bu darbe planları vardı ama heşeyi birbirine karıştıran biz değildik' bile denilmiyor şu an.... Neyseki İlker Başbuğ'un konuşması intikam kokmuyordu... Ve umarız iktidardaki siyasiler veya paraleller, muhalife darbeci deme ucuzluğundan, muhalifler de darbeden medet umma aczinden vazgeçer bu ülkede...

****

Birinci parti olamayacağını bilmek...

Bir ana muhalefet partisi genel başkanı düşünün... Ülkede yolsuzluk soruşturmaları, devlette yasadışı yapılanma iddiaları  vesaire kol geziyor... Yasadışı dinlemeler hükümetin muktedirliğini sorgulatır hale gelmiş... Bu ahval içindeki iktidar partisinin bile birinci çıkacağına emin olmak nasıl bir psikoloji acaba? Bunu bilsen de bari belli etme... 'Bu ahvaldaki iktidar partisinin ancak oyu iner yine birinci parti çıkar' diyebilmek hiç akılcı değil ana muhalefet lideri için... Hele hele 'birinci çıkacaksın ama oyun biraz düşerse git bari' diye konuşmak... Yan gelip yatmak gibi sanki... Siyaset böyle olmaz... Başörtü gibi hak ve kazanımlara dair mesajları vermişken hala kendine güvensizliğin sebebi ya CHP'den bu işlerin çıkacağına inanmıyor ya da Başbakan ile anlaşmalı diyeceğim artık... 
Dinlenenler arasında CHP'liler de var deniliyor. Ya CHP belediyeleri, meclis üyeleri çok temiz ya yolsuzluk yapacak imkanları yok veya güçbirliği gereği bişey çıkmıyor...CHP, iktidar için olası şantaj ile herhangi bir güç odağı ile yola çıkarsa baştan hata eder...

****

Sarıgül ve üçüncü havalimanı

Mustafa Sarıgül'ün üçüncü havalimanı üzerinden siyaset yapmasına da gerek yok... Suriye'li dilenciler yüzünden turistlerin İstanbul'a gelmediğinden yakınırken, kalkış saati, hava trafiği nedeni ile sapan uçakları görmemek olur mu? THY giderek büyüyor. Londra havaalanında terminallerine yakın  en güzel reklam yerlerini almışlar. Kuzey ormanları korunsun ama üçüncü havalimanının ihtiyaç olduğu da bir gerçek... Keşif ve bilirkişi çalışmaları bu siyasi kavga üzerinden değil çevre açısından değerlendirilmeli. 
****

Cemaat'in beklentisi...

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, yolsuzluk soruşturmaları gündeme geldiğinde cesur bir çıkış yapmıştı... 'Kim yolsuzluk yaptıysa Allah belasını versin' demişti... Önceleri Cemaat'e yakın çevrelerin çok hoşuna gitti bu çıkış. Başbakan Erdoğan ise bozuldu belki... Ama 'bazı' cemaatçilerde de tıpkı Başbakanda olduğu gibi bir yetinmeme 'ya hepten bizdensin ya hiç' duygusu hakim... Şimşek'in bu tepkisinden ümitleniverdiler hemen... 'Adamsa istifa da etsin' diye başladılar buldukları yerden ilerlemeye... Bastırmaya... İstifa mistifa gelmeyince de bozuldular tabii. Oysa Şimşek ahlaken yolsuzluğa karşı olduğunu söyleyerek üzerine düşen karşı çıkışı göstermiştir. Milletin temsilcilerini hukuk dışı dinleyen, hiç utanmadan iki kişinin konuştuğu malzemeleri bekleyip duranlar istiyor diye hukuki süreci görmeden neden istifa etsin?
Şimşek'ten ümitlenip hevesleri yarım kalan bir kesim Pazar günü mal bulmuş mağrip gibi seviniyordu. Zira Bakan Şimşek, Başbakan Erdoğan'ın ziyaret ettiği bir şehirde, havanın güzelliği ve yeşilin baharı müjdelemesine dair bir benzetme yapmış... Bu sözüne de 'Başbakanı Tanrılaştırıyor' gerekçesi ile tepkiler almış... Sonra yaptığı açıklamada maksadının o olmadığını izah etsede niyeti bağcıyı dövmek olanlar anlar mı? Onlar hala 'neden istifa etmedi' diye sorup duruyor içten içe... O yüzden bu gafa sevindiler...
Tıpkı bu olay gibi başka bir durum da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında... Gül, malum yasaları neden onaylamış? Neden itiraz ettiği konularda eleştirel konuşup icraatını hükümetten yana gerçekleştiriyormuş... Cemaat silmiş Gül'ü... 
Başbakan Erdoğan'dan nefret eden bir vatandaş, Gül'ün onun uygulamalarına dur demesini arzu edebilir. Gül cumhurbaşkanı olarak tarafsız şekilde halkın her kesiminin çıkarlarını düşünmekle mükelleftir. Ama Mehmet Şimşek gibi, çalana açıkça bela okuyan bakanı dahi kendi istedikleri yönde zorlamaya kalkan bir baskı grubu karşısında, bildiğini uygulayan bir Cumhurbaşkanı daha sağlamdır. Eminim ki Türkiye'nin istikrarına dair riskli bir noktaya gelindiğinde dur diyecektir. Asıl bunu Cemaat için, şu bu çıkar grubu için yapan ve buralardan doğacak ittifaklardan sonraki resimde rol kapmak için adım atan bir Cumhurbaşkanı daha tehlikelidir. 

****
'Gerilla'nın meşru savunma hakkı' ve 'işgalci T.C'

Öcalan Oslo'ya gitti mi? Başbakan Öcalan ile görüştü mü? Kürtler PKK'ya ve ilişkili partiye ne kadar bağlı? Güneydoğu'da özerkliği bütün Kürtler istiyor mu yoksa hala orada seçim deyince korku ve baskı mı var? Cemaatin bölgedeki rolü neydi? Çalışmaları, metodları ne kadar doğruydu? Son mayın olayları ne anlama geliyor? Özerklik olacaksa dahi, çatışmalı durumlarda ve dahi şu konjonktürde sarfedilen  'gerillanın meşru hakkı' ve 'İşgalci T.C' söylemleri ile mi olacak? Bugüne kadar Kürtlerin ve tüm halkların haklarını acizane savundum. Özerkliği sunmanın akan kandan önemli olmadığının altını hep çizdim. Ancak bu konjonktürde bu söylemler, kan aksın, ortalık karışsın isteyen, kime hizmet ettiği belirsizlerin dili gibi geldi bana. Oslo, Paris suikastları... Suikast emrini kim verdi? Öcalan ve devlet kanadı mı, Kandil mi, süreci hedeflediği iddia edilen paralel yapının adamları mı? Ya Uludere? Sanıyorum bu haftanın soruları bunlar...
****
KCK tutukluları...

Keşke tutukluluk süreleri düzenlemesi, güç merkezlerinin kavgasından önce yürürlüğe girebilseydi... Keşke KCK tutuklamalarına dair 'hukuk' falan denilip susulurken şimdi suçlanan iddia edilen yapılanmanın 'Kürt düşmanı' olduğu, o zaman iddia edilseydi... Bu arada hükümetin Kürt sorunu ile ilgili perde arkasında nasıl bir mücadele verdiği görülmüş oldu. Keşke o zaman, bugün göze alınanlara göğüs gerilebilseydi...



Sent from my iPad

4 Mart 2014 Salı

'Hep birlikte kurtulalım...'


'Hep birlikte bunlardan kurtulalım'

'Hep birlikte bunlardan kurtulalım...hiçbir ilkenin önemi yok'... Bunu yaparken çeşitli iç ve dış dinamikler, kesimler birlikte hareket etsin... Başbakan'ı kimin nasıl dinlediğinin önemi yok... İster yakın zamanda Almanya Başbakan'ı Merkel'i dinlediği ortaya çıkan National Security Agency dinlesin... İster MİT'te çalışan paralel olduğu iddia edilen birileri, kafasına göre yasadışı dinlesin... NSA kendi sistemi ile mi dinlemiştir? Yoksa MİT'te çalışan kişiler aynı zamanda başka yere mi çalışıyor? Böylece hiç zahmete girmemiş de olabilirler... Veya sadece iddia ettikleri 'yolsuzluklara' tahammülü kalmayan, temiz vatan evladı cemaate yakın birileri dinlemiş olsun... 
Ama yasadışı, hukuksuz? Olsun... 
Ya dış güçlerin bunda payı varsa? O zaman bir çıkarları da olacaktır? Olsun...
 Mesela Selam soruşturması gibi, hedefi Türkiye istihbaratının tepe ismi ve yakınları olduğu iddia edilen bir hazırlıkta, dış istihbaratların taşeronları sözkonusu olabilir mi gerçekten? İlkelerin, soruların önemi yok...yeterki kurtulalım... Hep birlikte....
Peki sonra? Bu elbirliğinden sonra? 
Birbirinizin 'hep birlikte' dediğiniz her kesimin haklarının, eşit şekilde garantide olduğu bir hukuk devletinin var olabileceğine inanıyor musunuz? İnanmıyoruz ama şimdi de yok... 
E yoksa bununla mücadelenin yolu hukuksuz olabilir mi? Olmalı mı? Olur, olur... Yeter ki kurtulalım...

****

'Cemaat CHP'yi ele geçiriyor...'

Geçiriyor mu? Yerel seçimlerde aday profillerine baksak... Gürültüler koptu gibi ama duruldu... Peki bir adım ileri gidelim... Cemaat CHP ile anlaştı varsayalım... CHP tabanı, 15 ay içinde yapılacak üç seçimde, cemaatçi kadrolara, vekillere, bürokratlara razı mı? 'Hep birlikte kurtulduktan' sonra herkes eşit temsil edilebilecek mi?
Peki kurtulmak istemenin, her ilkeyi çiğnemeyi düşünmenin nedeni yolsuzluksa, CHP kadrolarının yolsuzluğa hiç bulaşmayacağına, bulaşmadığına emin misiniz? İstanbul'dan, Belediye Meclisi'nden başlayalım düşünmeye... Sonra büyükşehir belediye başkanı adayına bakalım... Ses kasetleri çıkmadı... Madem kıstas o... E Başbakan'ın gitmesini isteyen bir yapı, tapeleri elde etme gücü olan yapı, CHP ile uzlaşan bir yapı, varsa dahi yayınlamaz bunu değil mi? Kimsenin günahını almayalım yine de... Bugüne kadar sızanları görüp korkmuştur herkes zaten... Bundan sonra kimse yolsuzluk yapmaz belki de... Korkar... Ya 'biraz da biz yiyelim' anlaşması ise bu? 

****
Cemaat, Ecevit, Kavakçı...

Cemaat bir zamanlar Ecevit'i destekledi... Bülent Ecevit'in bu ülkeye hayrını, cemaate hayrını, olumlu olumsuz pekçok yönünü tartışabiliriz... Meclis'te başörtülü milletvekili Merve Kavakçı'ya 'biri bu kadına haddini bildirsin' dediğini unutmadık. Bu ülke, bunu hak görenlerden ibaret değil... Ak Parti o nedenle kaç dönemdir iktidarda... Evet sembolik...simge... Ancak inanç özgürlüğü aynı zamanda... Temsilde eşitlik, fırsat eşitliği... Bugünün Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP'si bu konularda zihniyet evrimi geçirdi mi? O gün belki Cemaat'e göre, açıkça örtü ile var olmanın zamanı değildi... Gizli gizli bazı kadrolarda varolma zamanıydı... Ah bu gizlilikler... Şu gizlilerden korkmadınız, açıkça örtü ile şeffaf kendini ortaya koyan kadından korktuğunuz kadar... Gizliye ittiniz, antidemokratik tutumlarınızla... Yapılanmalara varlık tanıyıp, açık şeffaf demokratik bireysel hakları çok gördünüz... Şimdi bu özgürlükleri benimsedi mi tüm Türkiye? Sokağa bakarsak hayır... Hala bir burun kıvırma... Çıplaklığa da örtülüyü de... Büyüyen bir döngü ve bir kutuplaşma...
Olası Ak Parti sonrası dönem bir intikam dönemi olabilecek potansiyeli taşıyor... Oysa bir siyasi partiye, bugüne kadar tanınmayan haklarını tanıyacak diye inanıp oy vermiş olmak, suç değil... Bütün dindarları şaibelere ortak görmek kimsenin haddi değil... Ama ezmek isteyen  var hala...  CHP veya iktidara kendini aday gören herhangi bir potansiyelli parti, artık bu işlerin siyasete alet edilmesini istemiyorsa özgürlüklere açık çek vermeli... Son demokratikleşme paketinde, yaşam tarzına müdahaleye ceza geldi. Kendine yakın bazı isimlerin yaşam tarzı gözüne batmazken, farklı hayatları yaşayan toplum kesimlerine, oy için mesaj vermeyi bırakmalı partiler. Haklar ve özgürlükleri siyaset dışı tutmayı ilkeleştirip benimsemeli...

****
Ahmet Taşgetiren ve madalyonun öbür yüzü...

 Ak Parti'yi, Kürt sorununa 'Kürt sorunu' demekle, getirisiz bir taviz vermekle eleştirdiği bir yazısı yayınlanmayınca, hükümete yakın Yeni Şafak gazetesindeki işinden olmuştu... Sonra Cemaat'e yakın Bugün'de başladı. Hükümete yönelik başlayan operasyonlar döneminde, işin gideceği yeri de vicdanı kabul etmedi ki ayrıldı... Hükümeti koşulsuz destekleyen Star'a transfer oldu... Geçen günki yazısında 'yıllar önceki MGK'da Ordu'da hiyerarşiye uymayan durumlar olduğu söylenerek Cemaat hedef gösterildiğinde, Erdoğan'ın askerleri püskürttüğünü' hatırlattı... 'Nerden bilsin sırtından vurulacağını' diyerek... Doğru... Ama başka gerçeklere de bakmalı... Erdoğan bunları püskürtmeseydi, bugüne kadar yargıya yansıyan darbe planlarının altından nasıl kalkabilirdi? Vesayet yargısı ile mi? 'O zaman lazımdı şimdi böyle' ise; bunu unutup da salt himmet edilmiş varsayamayız... Darbe davalarına şimdi ise kumpas diyollar... Ne düşünebiliriz? Belki de 'bu davalara kumpas karıştı' demek lazım... En baştan bildiğimiz gibi... Halkın iradesine ipotek koymayı alışkanlık edinmiş vesayet zihniyetine karşı Başbakan'ın muktedir olmasında hangi kadrolar rol aldı? 
Ve peki sonra ne oldu? İşte düğüm tam burada...12 yıldır yolsuzluk yok muydu? Şimdiye kadar neden beklendi... Çeşitli senaryolar var... İlki, sonrasında Erdoğan'ın küresel güçlerin sözünden çıkmış olması... Buna paralel olarak gelen operasyonlar... Terörü finanse etmesi, yaptırıma karşın altın ile İran'a yapılan ödemeler...
İkinci senaryo, Cemaat kadrolarının yolsuzluk uyarıları sonuç vermeyince 'duyulan rahatsızlık' operasyona dönüştü... Tamamen temiz bir tepki...
Eğer ilki ise... Yani 'paralel yapı' ilişkileri dış bağlantılıysa, yönetilmez kaotik bir Türkiye yaratma hesapları varsa bu plan döner... Halk bu politikaları beğenmedi yanlış bulduysa, demokratik tepkisini gösterir. İkincisi gibi ise Allah doğrunun yardımcısıdır. Madem iki 'taraf' da dinden imandan bahsediyor... İnanan insanın diyeceği budur... Keşke Cemaat adına soruları açıklayan bir isim olsa, konuşsa... Neden beklendiğini, neler yaşandığını anlatsa... Hükümete yakın olup herşeyi bilen ve takma isimlerle internette bişeyleri anlatan kişileri muhatap alamayacağımıza göre... 
Aksi halde HSYK kadrolarının değişimine itiraz anlamsız...
****
İran, ABD, PKK, Kürtler ve Cemaat

Küresel güçlerce yönlendirilemeyen güçlü Türkiye, sağlam irade görüntüsü açısından olumlu algı yaratabilir... Ancak rasyonel midir? Dini açıdan doğru mudur? Din devleti değiliz ama bu siyasetlerin dinamiği madem din olmuş... Hukuku zaten delmiş delen... Bu yönden de sorulabilir... Yöneticiye itaatte, Allah'ın kitabı ile amel ediliyor mu bakılıyor... İslam ve terör çalışmalarına atıf yaparak uzatmak istemiyorum... İtaat etmeyene ne yapıldığı ayrı konu... Geziye AVM hak mıydı? Bunlar akademik olarak da farklı konular. Ama madem konu İslamiyet'ten yürür hale geldi...
Velhasıl Erdoğan'ın son dönem dış politikalarına ve ilişkilerine baktığımızda  bu 'sağlam duruş' olarak görülebilir... Cemaate yakın isimlerin argümanları ise ülkenin Acem'e yani İran'a teslim olduğu... İran'ca seçilmişlerin ülkede etkin olduğu... Ak Parti'nin İran uğruna yargıyı, emniyeti dağattığını söyleyenler dahi var... O halde şu sorulur: Yolsuzluk operasyonları ne kadar milli? Ardında başka bir dış güç mü var ki buna karşı atılan adımlar İran adına atılıyor olsun? İran'a para transferinde ithalat ihracat ödemelerinin Reza Sarraf üzerinden yapılıyor olması, buradan sağlanan paylar sorgulanmasın demiyoruz... 
Diğer yandan PKK ile sürdürülen müzakereler... Sorunun çömündeki pazarlıklara yaklaşımlar, küresel aktörler ve onların bölge politikaları, birlikte değerlendirilmek durumunda. Özerklik konusunda Hükümet ve siyasi partiler eteklerindeki taşları dökmeli... Türkiye'deki bulutlu havada bu konunun son derece önemli rolü var. Müzakereler nasıl etkilenir? Örgüt cephesinden 'etkilenmez' diyenler neye güveniyor? Diyorum ya şu Cemaat adına bir konuşan olsa... CHP'nin programına mı bakacağız bunları anlamak için artık? Örgüte yakın yayınlar Doğu'da cemaatçi kadrolardan rahatsızdı... Bu, Türk milliyetçileri için sempati nedeni... Peki terörü ne durdurdu? Akan kanı ne durdurdu? Hükümetin müzakereleri ve bunun verdiği umut? Her ne kadar ağar aksak gitsede... Ciddiye alındığı kadarı yetti... Bugün Türkiye'li Kürtlerin desteği, düşüncesi her siyasi oluşum için çok önemli...

****


Sent from my iPad