24 Aralık 2012 Pazartesi

ULUDERE TELAFİSİ, SON ŞANS VE MEDYA



             Akşam Gazetesi manşetine bakıyorum. “Uludere Devlet ile Barıştı” diyor. Bu kanaate varmak için  bazı olguları  veriyor haberin içindeki bilgiler. Ama o olgulara rağmen bu tespit, yüreği yananların iyileşme sürecinin; siyasi bir duruş adına, kurban edilip malzeme olması gibi duruyor.
İşe tabii ki yatıştırıcı açıdan bakılabilir, hep öfkeleri canlı tutmak gerekmez. Ama kafamızda bazı sorular varken bu bakış açısının rağbet görmesi beklenmesin.
Aslında hükümetin, olaydan sonra siyasi mevzi kaybını önlemek adına; Zeynep Tanbay’ın ifadesi ile ‘bir takım acayiplikler’ yapmasını siyasetin doğasına verebiliriz.  (Kürtaj benzetmesi falan...)
 Oysa taa başından,  -hiçbir spekülasyona yer vermeyecek şekilde-  bir cinayet davasına bakar gibi, işin  üzerine gidilebilmeliydi.
Komisyon, raporu açıklamak için gereken son toplantıyı gerçekleştirmeyerek; sürekli tarihi ertlemekle suçlanıyor.
Öte yandan basına intikal eden  sözümona “Rapor” ve buna ilişkin haberlerin kaynakları nedir? Şimdilik bilemiyoruz.
            Olayın karanlık tarafının hükümeti paniğe düşürme ihtimali, bir taraftan yürütülen terörle mücadele ile, öte yandan ‘hala bitti diyemem’ denilen “derin devlet” ögelerinin karşısında;  öncelikle bu “acıyı” bastırmayı; en rasyonel yol görmüş olabilirler.
            Devlet dediğimiz şey; suçlusu ve teröristinin dahi “devlet bana oyun oynamaz” diyebildiği şeydir. Kendi koyduğu kurala uyan organizasyonun adıdır devlet. Aslında terörle mücadelede de aksayan yerimiz burası. Suçun büyüklüğü failin affedilmesine sebep olmamalı. Küçükler cezalandırılır, büyükler cezalandırılmaz algısı en büyük kayıptır. Asıl infiali bu yaratıyor şu an. İnfial yaratmayalım derken infial yaratılıyor. Bu açıdan “Uludere” olayı, -emir komutadan nereye varılırsa varılsın, kim ve ne kaybedilirse edilsin- sonuçlandırılmalıydı. Aksi halde devlet açısından kaybedilen güven duygusu, korunandan daha önemli ve daha değerlidir.
Bir kısım medya için ise; olmaması gerektiği halde, aslında yine doğal olarak; bunları böylece geçiştirmek kanıksandı. Hükümetin kırmzı çizgilerine riayet, arka plandaki çaresizliğin samimiyetine inanıp hükümetin tarafında durma politikası...
            Olabilir mi? Duruş duruştur, yeterki herkes kendini özgürce ifade etsin diyoruz ya... ‘Nerede sorumlular’ ve ‘Neden cezalandırılamıyorlar’ sorularını sormama;
 ‘Neden halk ile paylaşılamaz cevaplar’ üstü kapalı dahi anlatmak istememe; duruşları anlaşılabilir mi, bir yayın organı için  acaba?
Psikososyal Travma Uzmanı Prof.Dr Yüksel Zeynep, Milliyet’ten Zeynep Miraç’a verdiği bugünkü röportajda, ‘Devlet büyüklerimiz bir hata yaparsa fazla konuşmayalım susalım,kol kırılır yen içinde kalır’ psikolojisi ile açıklıyor bu durumu. ‘Ölümler ucuza kapatılamaz’ diye ekliyor.
Uludere’de de kutuplaşmış durumdayız. Bir tarafta PKK baskısı gerçeğini görmek istemeyen ve devletin affedilmez hatasını ve ardından gelen tutumundan içten içe memnun olduklarını sezdiklerim var...
Diğer tarafta da ‘ortalık güllük gülistanlık. Uludere ucuza kapatılmadı, yakınlara 3.400.00 Lira ayrıldı, ilçede toplamda 12 milyon Liralık 36 proje hayata geçirildi, 30 kişi korucu oldu, 60 kişi devlet dairelerinde işe alındı’ diyenler.
Akşam Gazetesi de; olayın acısını yaşayanların, acılarının sarıldığını söylüyor. Yani direk iktidar yaraları sardı demiyor ama Uludereliler devlet ile barıştı diyor işte.
Bunu ,Kaymakam Cemil Öztürk, kaybettiği eşini Denizli’de toprağa verirken; yanında otobüsle gelen 100 Uludereli olması olgusu ile nesnelleştiriyor. Şu cümle ile, Uluderelileri cenazede gören Kaymakam Öztürk, 'Acımı paylaşmak için oralardan gelen Uluderelilerin bu davranışı beni çok etkiledi' dedi.’
            Kaymaklığı aradım telefonlara cevap yok. Uludere Kaymakamı, Uluderelilerin otobüsler ile geldiğini bilmeden, bu işi ekibinden biri mi organize etti diye soracaktım.
Nasıl gelmiş olurlarsa olsunlar, genç kaymakamın, eşinin cenazesinde taa Denizli’de, ilçedekilerce yanlız bırakılmaması elbette çok güzel. Kendisine başsağlığı diliyorum. Allah’tan beş yaşındaki kızına bakacak güç kuvvet diliyorum.Uludereliler de Cumhuriyet Ortaokulu’nun İngilizce öğretmenini kaybettiler. Onlara da başsağlığı diliyoruz.
Ama kafamızdaki tüm deli sorulara aradığımız cevaplar var.
Şimdi; Akşam’ın haberine göre;

‘’...Bu acılı süreçte PKK'nın baskısına karşın, 29 ferdini vahim bir hata sonucu kaybeden Encü Ailesi'nden 15, Ortasu ve Gülyazı köylerinden de 15 kişi olmak üzere 30 kişi korucu oldu. Yine Uludere'den 60 kişi devlet dairelerine personel olarak yerleştirildi. Uludere halkı 28 Aralık günü yapılacak olan anma ve mevlide Şırnak Valisi Vahdettin Özkan ve diğer devlet temsilcilerini de davet etti. 'Devleti aramızda görürsek mutlu oluruz' mesajı yolladılar. Başbakan'ın talimatıyla ölenlerin yakınlarının hesabına 3.4 milyon lira yatırıldı. Ancak köylüler PKK'nın 'alanı öldürürüz' tehdidini sürdürmesi nedeniyle bu parayı henüz almadı...

-Vefat eden 34 kişinin ailelerine ve köylülere yakacak ve temel gıda malzemeleri dağıtıldı.
- Eşi vefat eden 28 kadına maaş bağlandı. (iki ayda bir 500 TL). - Gülyazı'da 24 derslikli lise için 130.000 TL'ye arsa alındı. - İki köydeki ilk, orta ve lise düzeyindeki bütün okulların çevre düzenlemesi ve onarımı yapıldı.- 'Umut Işığı Projesi' kapsamında iki köyden 87 öğrencinin dershane ücreti karşılandı. - Gülyazı, Ortasu, Ortabağ ve Yemişli köylerindeki 50 aileye 60.000 TL tutarında fidan hibe edildi.- OR-KÖY kapsamında 57.000 TL maliyetle Ortasu'da 38 haneye güneş enerjisi sistemi kuruldu..’’
 Yıllar önce başlamış projeler ver mı bu projeler arasında?
İnsan Hakları Komisyonu Uludere Alt Komisyonu üyeleri toplantılara düzenli katıldı mı? Muhalefetin komisyona ‘baskı’ iddialarına net cevaplar verilmeli.
Ve şunu biliyoruz ki;
Asıl yarayı soğutma, asıl ‘devlet ile barışma’ o yanlışın tekrar olmayacağı inancının tesisi ile mümkündür. Aynı hiyerarşik koruma düzenin yerinde kalması halinde, yardımlar ne kadar anlamlı olabilir?
Ayrıca; şunları daha evvel yapsaydın da; o cancağazlar, hadi senin imalarınla konuşayım; PKKlı olanarı da dahil, üçe beşe bakıp o kaçağa gitme gereği duymayaydı; olmaz mıydı? Canlarını, oğullarını kaybedenlerin gönlünü almaya harcayacağını, zaten yapacağını, biraz daha evvel yapaydın... O zaman herkes sana helal olsun derdi.
Felakete verdiğin refleks ile çareden uzaklaşmamış olurdu bu yardım enstrümanları o vakit...
            Teşvik ve Rant peşinde koşanlar bravo demezdi belki...
             Sırf  katma değer vergisi gibi mal ve hizmet karşılığında devlete, 218 milyar 398 milyon lira  ödemiyor muyuz? Kazanç, gelir ve emlak gibi mülkiyetten toplanan, zenginlerin vergilerinden geleni saymıyorum bile.
 Helali hoş olsun derdik hepimiz. Zira fakirin gönlü daha zengindir. Eminim.‘Kardeşlerimize helal olsun’ derdik. Kardeş olduğumuzu iyice bilirdik. Şu anda dediğimiz gibi.
Yeterki herkes geç olmadan devlete güvenebilsin artık. Güven sorununun bir kısmı halledilmişken, büyük ölçüde tekrar zedelenen güven artık tesis edilsin.

21 Aralık 2012 Cuma

GÖZE SİYAH BANT, İNCE MİZAH VE SANSÜR


NTV ekranlarında; genel yayın politikasında idari bir rolü olmayan, ancak kendi programı süresi içinde birşey ortaya koyma imkanına sahip, kuruma 17 yılını vermiş, bir konuğu, Leyla Zana’yı programa alma tartışması sonucunda işini kaybetmiş bir sunucu,

Uludere konusunda adalet isteyen duruşu ile takdir toplamış, Emret Komutanım çıkışındaki cesareti ile haklı olarak bir gazeteci olarak cevap beklerken karşılığında işsiz kalmış, dolayısı ile sorduğu soruların haklılığı izlenimini teyid etmeyi başarmış,  dış basın ile bağlantılarını kullanmakta mahir, yeni nesil bir yazar,

Ahmet Şık’ın meşhur İmamın Ordusu kitabının kopyasına sahip olması, Radikal Gazetesine baskın  ve kitabın nüshalarının silinmesi konularındaki rolü yılan hikayesine dönmüş, ‘evde değilim gazeteye gelin’ dediği için tuzakçılık ile suçlanmış,  geçmişte yargılamalar ile defalarca yüzleşmiş, daha önce benzer şeyler yaşamış bugünün sağ islami medyasının da desteği ile eylemci geçmişi yerli yersiz hatırlatılmış bir gazeteci,

Emniyet içindeki Fetullahçı yapılanma iddialarını aktaran o meşhur kitabın, 375 gün hapis yatmış yazarı,

‘’Kürtler haysiyetleri için mücadele ediyor. Gerisi teferruat" dediği için basındaki bazı isimlerce neredeyse örgütçülük ile suçlanan ve vakti ile;  28 Şubatçılar, şeriat tehlikesini,  bölücülük tehlikesinden de öne çektiğinde; mağdurun yanında duruş göstermekten çekinmemiş bir akademisyen, son yazdığı yayın organı Milliyet’ten ayrıldığı günlerde verdiği röpte ‘Sadece köşe yazarları değil, büyük patronlar, bazı siyasetçiler, ‘bizi korkuttular’ gibi özrü kabahatinden büyük bir bahaneye sığınmayı yeni döneme ayak uydurmanın yolu olarak pazarlamaya giriştiler. Bu durum, yeni sadakat ilişkileri kurmak adına mevcut iktidarın da işine geliyor’ demiş  bir entellektüel;

Ciddi sayıda okuyucusu bulunan, vicdan sahibi, düşünen, ancak kendi ifadesi ile Kürt illerini düşünürken Türk illerini düşünmemeyi seçmek ile eleştirilen, duruşu itibarıyla tek yerden bakmayı seçmiş bir başka genç yazar...

Ben Başbakan olsaydım, olmaz ya tutki oldu...

...Benim dönemimde;

                Ahmet Şık ve Nedim Şener gibi gazetecilerin davalarının sürdüğü, Rohat Emekçi gibi yayıncıların bir haber ile hedef gösterildiği ve kolunun kırıldığı, Hilal Kaplan’ın neredeyse münafık - dinsiz itham edildiği, lince hazır goygoycuların olduğu bir ortam varken,

Kraldan çok kralcılar; sansürcülüğüme örnek gösterilecek tutumlar sergileyerek beni ağızlarda sakız ettirirken,

Biz başbakana gül atmayız  dostun gülü yaralar’ diye varlık amaçlarına ters düşüp, beni ve kendilerini komik duruma düşüren ve bunu beni desteklediğini düşünerek yapan bir kısım medya;

 Ve bunun karşısında yılların birikimi ve gücü ile benim ‘onların da başbakanıyım’ dediğim; ama bana hala öteki olarak bakanlar üzerinde etkisi yüksek, bir başka kısım kurt medya varken;

 Bir gazeteye, hepsinin ortak noktası; beni rahatsız etmiş olmak olan bu isimlere kapı açan bir gazeteye; olsam olsam minnettar olurdum.

Bunu, benim gözüme bant çekerek yaptılar diye hiç gocunmaz, sesimi çıkarmayarak ‘görmek istemediklerim’ olduğunu iddia eden bu tanıtımı yanlış çıkarmayı seçerdim.


‘O soğukkanlılık olsaydı, zaten o gazeteciler yerlerinde yazıyor olurdu’ diyenler için;  kraldan çok kralcıların altını bir kere daha çizmekte yarar var. Ancak Başbakan medya patronlarına ‘hala bunları burada tutuyorsunuz’ demiş olmasaydı bu argüman daha anlamlı olurdu o da bir gerçek. Bu sadece başka işler yapan medya patronlarının sorunu olmadığı gibi sadece Başbakanın sorunu da değil.

Ben Başbabakan olsaydım; Birgün’e tazminat davası açmazdım.

Bugün, Birgün; Başbakan’ın gözüne para bandı koymuş. ‘Gözünü para bürüdü’ diyorlar.

Bu yola çıkanlar para için çıkmadı, tazminat davalarını, kayıpları göze almışlardır. Para için satılan gazetecilikten ise tüm imkansızlıklara rağmen inandıkları değerlere sahip çıkanların gazeteciliği, nesnellikten uzaklaşmadıkları sürece daha değerli. Her renge açığız diyen, muhalif bir gazete, kodlarından kaynaklanan hedefleri ne olursa olsun bir başbakanın hedefinde olmamalı.

Sayın başbakan, o yazarlar yazsalar ne olur, size o siyah bantlı fotoğraf ile sansürcü deseler ne olur? O isimler yazılarını yazabildiklerinde, öyle olmadığınız anlaşılır. Ayrıca siyah bantta, kişilik haklarına hakaret değil ince bir espri görüyorum.

Gerçi bu siyah bantlı tanıtımda adı geçen ve ‘yakında gazetemizde’ diye isimleri duyurulan yazarların neredeyse tümü ‘kimsenin gözünde kara bir bant olmayacağız’ çalımı ile bence gayet zekice hazırlanmış o duyuruyu kınayıp; gazeteye verebileceklerini beyan ettikleri destek ifadelerinin yanlış anlaşıldığını açıkladılar....

Birgün; duyurduğu isimler ile devamlı yazı anlaşması yapmadan bu tanıtımı çıkarırken hatalıydı ve özür diledi. Orada bitecek bir konuydu. Hakaret için yargıya gidilmeli ama hakaret var hakaret var...

Şunları eklemeli;
Başbakan 1994'ten beri basın tarafından dayak yiye yiye, basına rağmen bu ülkede %50 oy almış bir iktidarın başbakanı. Basın etiğine aykırı, hakaret içeren haberlerde her zaman hukuki mücadele yolunu seçmiştir. Hep dövüldüğü için bu alışkanlığı anlayabiliriz.

Ve Başbakan'dan, Demirel'in izlediği yol gibi sessiz kalmasını beklememiz için, siyaset yaptığı dönemde Demirel'i de yok etmek, lime lime etmek isteyen bir merkez medyanın  da var olması gerekirdi.

Ancak, artık Ustalık döneminde, merkez medyayı ve her zaman devletin kucağına oturan patronlarını epey bir yola getirmiş ve halkın 3. kere teveccühünü %50 ile gösterdiği bir başbakan olarak, bunlara takılmamasının zamanı gelmiştir diye umuyoruz. Türkiye artık o baronların  döneminde değil diye umuyoruz.

Ancak bir bakıyoruz, Başbakan diyor ki 'derin yapının bittiğini iddia edemem'. Söz bitiyor.