30 Kasım 2014 Pazar

Selam vs Ajanlık


Birkaç gündür Twitter'da bazı isimler AA ve TRT'de çalışmış bazı kişilerin, vakti ile Suriye'de 'şiilik üzerine' aldıkları eğitimi vurguluyor. Bu eğitimi alma tercihlerini, inanca göre yapılmış tercih olarak yaftalıyor. Niyet ve inanç okuyor. Yani 'bunlar şii aslında' demeye çalışarak 'şiilere hizmet eden ajanlık' göndermesinde bulunuyor. 'Buralarda şii alimler yetişir' diyor. 
****
TRT ve AA'nın özellikle Arapça yayın da yaptıklarını hatırlatalım. Bu ülkelerde okumuş insanların dil hakimiyeti elbette yayıncılıkta önemli. 
Birileri İngiliz ve Alman okullarında okuyup bir yere geldiğinde kimse onların eğitimini sorgulamıyor. 
Üstelik bahsedilen arkadaşlardan örneğin CNNTurk'te çalışmış olan da var. Ama bu ifade edilmiyor. Demekki medya sektöründe farklı ideolojiye sahip kurumlarda, bu arkadaşlara, gerek dil bilgileri nedeni ile gerek yurtdışı tecrübeleri nedeni ile ihtiyaç duyulmuş. 
****
Bu kişiler daha sonra Milli İstihbarat Teşkilatı'na alınmış. Bazı isimlerin okudukları dönemlerde Suriye'ye giriş çıkışlarının sınır kayıtlarını gösterip, olağan şüpheli muamelesi yapmak gazetecilik mi? 
İstihbarat teşkilatı içinde ajan varsa bunu deşifre edecek doneleri koymak elbette gazeteciliktir. Ancak  yönetimi, iktidarı zorlamak için  yapıyı töhmet altında bırakacak iddialar, asıl iddia sahiplerini şüpheli konumuna düşürüyor. 
Herhangi bir dönemin MİT mensubunun değil, son on yıllık dönemde alınmış isimlerin giriş çıkışlarını gösteren kaydı koyun, alın size haber diyorlar...
Bu çamur atılan kişiler İstihbarat'a, asıl başka çevreleri rahatsız edecek kazanım sağlıyor belki demeden geçemiyorum. Kim, bu donanımda olan, bölge ülkelerinde ilk gençlik çağlarından beri bulunmanın getirdiği tecrübeye sahip istihbarat uzmanından, neden rahatsız olur?
12 yaşında bir çocukken muhtemelen aile kararı ile Suriye'de okusun diye giriş çıkış yaptığı bilinen birinin şimdiki kariyerini sorgulamak ve ajan diye yaftalamak en hafif tabirle haksızlık. 
Bu çocukları 'şii eğitimi aldılar' diye yaftalamak, şii-sünni ayırımını tetiklemektir.
 Okudukları dönemde şii etkisinde kalma olasılıklarını bir olgu gibi koymak doğrudan sapmış bir sonuca götürecek şekilde dizayn edilmiş bir methodun ürünüdür.
****
Selam gazetesinde çalışmış isimleri, örgütçü olarak iddia eden davalar ne kadar adil olabilecek? 
Bazı darbe davaları gibi hukuki detayların uydurulduğu davalara mı dönüşecek bu davalar?
Eğer bu davalar 'MİT'e girmeden önce 12 yaşında Suriye'ye okula gönderildi, işte de sınır girişi' mantalitesi ile görülecekse, kimse bu işe inanmaz. Sizlerin iktidarı devirmek için ülkeyi zayıflatma pahasına her iftirayı atan ve darbeci zihniyetten hiçbir farkı olmayan maşalar olduğunuzu düşünür insanlar.
****
Biz Hocaefendi'nin Hizmet inancının mantığının, bu methodlara gönlünün razı olacağını sanmıyoruz. İftira ve çalakalem yazılmış iddialar ile adaletten sapmak Allah'ın da rızası dışında şüphesiz. 
Şunun danışmanı, partiye bu kanalize etti vs demekle insanları karalamak kolay değil.
Şunu da unutmayın. Bu ülkede başörtü sorunu yaşanırken, inancından fedakarlık etmek istemeyen pekçok öğrenci 'şii' diye düşman ilan ettiğiniz Suriye'de okumaya gitti. 
Suriye savaşında dış politikamızın bu ülkenin kanamasına engel olamaması ayrı şekillerde tartışılabilir. Ancak bu gerçekleri unutmayalım...
Ajanlık faaliyeti yaparken bulduğunuz bir istihbaratçının dahi, sızdığı karşı kuruma güvenilir görünme mesajı verme ihtimali ile asıl mecrasına ihanet ettiğini iddia etmek dahi çok zordur. 
Bu işler ezbere konuşmakla olmaz. Böyle gazetecilik hiç olmaz...
Ülkedeki CIA, Mossad, MI6 ajanlarından hiç bahsetmeyip, sürekli İran ajanı diyenlerin amacı ne bilmiyorum ama hizmetlerinin nerelere yarayacağı ortada. Hangi MIT uzmanı saydığım kurumların bağlı oldukları ülkelere kaç gez girdi çıktı mesela? Ki bu da anlamlı bir veri değil. Bunlar da ajan mı oluyor? 
Batı, İran ile anlaşmaya çalışır görünürken farklı enstrümanlarla mı yürüyor acaba?

26 Kasım 2014 Çarşamba

Pekünlü hapse giriyor...


Ege Üniversitesi hocalarından Rennan Pekünlü, dersine başörtülü girmek isteyen kız öğrenciyi derse almak istememişti. Ancak öğrenci kanunen geçerli net gerekçesi olmayan bu talebi dinlemeyerek ısrar etmiş ve derse girmişti.
Ceza bir yönüyle eğitim hakkını laiklik ilkesi üzerinden engellemeye meraklı zihniyete mesaj. 
Üniversitede başörtünün, örtmeyenlere baskı getireceğini iddia eden daha önceki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararını hatırlatanlara bir sorum var.
  Başı açık olma halinin, örtülülere getireceği şey baskı olmuyor da aksi halin varlığı neden baskı oluyor? Hani nerede eşitlik? 
Her iki durum da özgür olduğunda eşitlik olacak ve 'baskı üstünlüğü' ortadan kalkacak.
Gelelim hapis cezasına. Tüm bu zihniyet sakatlığı ürünü olan argümanlar, iki yıl bir aylık bu hapis cezasının hukuki olduğunu doğrulamıyor. Zira hoca cezayı cebir ve şiddet kullanarak öğrenim hakkını engellediği gerekçesi ile aldı. Ancak sözkonusu öğrenci Hocanın uyarısına rağmen derse girmişti. Yani eğitim hakkı aslında engellenmemişti. Yasada iki yılın altında kalan cezalar için erteleme var. Pek çok şiddet suçunda, kadına şiddet suçları da dahil, bu sürenin altında cezalar çıkmakta ve ilk suç gerekçeli erteleme yapılmakta. Böyle bir takdir yetkisinin burada kullanılmaması bana adil gelmedi. Bilimadamı olarak tanınan, hem de büyük diye bilinen bir hocanın tavrının, mantalisesinin çapsızlığı da, ona verilen cezayı sakil gerekçelerle eleştirenleirn çapsızlığı da ayrı konular
****
Elbette örtüye hala diğerlerine baskı iddiası ile yaklaşanlara bir zihniyet evrimi gerekmekte. Ancak cezada hukuki sınırlar iyi değerlendirilmeli. Önemli adımlar atarken kantarın topuzunu fazla kaçırmamalı. 
Bu kararı eleştirenler de hala 'başörtü diğerlerine baskı getirir' argümanına sığınmaktan utanmalı. Zira bu yaklaşım başı açık olma halinin de örtülüye baskı oluşturacağı karşı tezini makulleştirir. Ki o nokta kutuplaşma noktasıdır. Tehlikelidir. Önemli olan, esas olan, herkesin özgürlüğünü korumak ve hiçbir grubun diğerine baskı ile temel hakkardan yararlanmasına önkoşul oluşturmayan bir ortam oluşturmak olmalı. 
****
Geçtiğimiz günlerde Ayşe Arman iki başörtülü ikiz ile röportaj yaptı. İnstagramda baktım, altına yazılan yorumlardan birinde 'bu sıkmabaş sempatizanlığı yetti' yazılmış. Ayşe Arman'ın veya herhangi bir başı açık kadının fotoğrafının altına 'bu açıklık veya çıplaklık sempatizanlığı yetti' yazan ve geri kafalı olarak nitelenen zihniyetten ne farkı var bu yorumu yapan zihniyetin? Neden bu röportaj yapılmış, konu ne? Bunlara bakmayacak kadar boş kafaların işi bu tutum...
Bu tahammülsüzlüğe haddi olduğunu düşünenler, örtülülerin de açıklara tahammül edememe halinin makulleşmesini tetikliyor. Oysa bu bireysel alan ile ilgili bir karar. Kimseyi ilgilendiren bir iş değil.


Sent from my iPad

17 Kasım 2014 Pazartesi

G20 neleri konuştu?


Coğrafyamızda süregiden olaylar arasında öncelenen ve dünyada yankılanan konu IŞİD (ISIS)... 
Birleşik Arap Emirlikleri IŞID, El Nusra ve Müslüman Kardeşler'i ve önemli isimlerini terör listesine alıyor... Irak'ta önemli bir petrol rafinerisi IŞİD'in elinden geri alınarak yeniden işler hale getiriliyor... Fakat dünyanın ana gündemi geçtiğimiz hafta global ekonomi oldu. G20 toplantısı bu kapsamda gelişmiş ülkelerin ajandasını önümüze koymakta. Peki neler konuşuldu?
----
Enerji piyasaları gündemi...


G20, hedeflere  ne kadar ulaştığı sorgulanan bir platform olmaya devam ederken, ekonominin geleceğine ve dünyanın sorunlarına dair çözümler planlıyor. G20, Zengin ve fakir uluslardaki farkı dengeleyecek etkili ve sonuçları ölçülebilir politikalar uygulamaya odaklanmış görünsede arka planda enerjiden ekonomiye çok geniş alanlarda düzenlemeler için görüşmeler yürütülüyor.
G20 global ekonominin %85 ini oluşturan ülkelerin temsilinden oluşmakta. 
Bu yıl gündemde enerji konuları ön plana çıkmakta.
Suudi Arabistan, Rusya ve Uluslararası Enerji Ajansı, global enerji ticareti, petrol ve gaz arzının ve fiyatlandırılmasının, dış politika enstrümanı olarak kullanılmasına son veren bir yapı üzerinde ortak  çalışıyor.
 Petrol piyasalarının uzun dönem stabil kalıp kalmayacağı bilinmiyor. Bu nedenle yeni bir ajans kurulması gündemde. OPEC ülekeleri ile mevcut Ajans'ın yeniden masaya oturması önemli...
----
Küresel ısınma ve yakıt...

Karbon emisyonları nedeni ile oluşacak küresel ısınmanın geri dönülmez kavşağına girmeden alınacak önlemler, G20'nin en önemli başlıklarından oldu...
Bio yakıt-fosil yakıtlar, son derece önemsenen bir konu. Büyük devletler küresel ısınmaya karşı çalışma ortaya koymakla yükümlü addediliyor.
Dünyanın ilk üç büyük kirleticisi ABD, Çin ve Hindistan... Çin ve ABD'nin imzaladığı iklim anlaşmasının ardından listede üçüncü sırada olan Hindistan'a yönelik yenilenebilir enerji ve verimli kullanım politikaları için baskılar artmakta. Çin ve ABD daha ucuz yenilenebilir enerji üretmekte başarılı olursa bu Hindistan'ın da işine yarayacak.
Devletlerin bu alana kaynak ayırmasının önemi vurgulanıyor. Ekonomik çıkarlar ile dünyanın ekolojik dengeleri çatışmakta. Vergilerin buna göre toplanması ve bu işlere harcanmasına yönelik halkların yani vergi ödeyenlerin bilinçli baskısı önemli. Zira zehirleniyoruz ve çocuklarımıza daha kirli bir düzen bırakılmaması için ödediğimiz vergiler ile bu düzenlemelerin yapılmasını bekleyecek bir bilinç gerekiyor... 
Seneye Paris'te BM iklim zirvesi toplanacak. Havadaki dumanlılığın, kalınlığın, karbon emisyonu ve yakıt ile doğrudan ilişkisi var. 
----
Rusya serinliği...

Ukrayna konusu da zirvede önemli gündemlerden biri oldu. Batı'nın Rusya'ya baskısı nedeni ile Vladimir Putin  zirvede Pazar günü programını kısaltmıştı. Ukrayna'nın doğusundaki çatışmaların artması halinde Rusya'ya yönelik yaptırımların artması gündemde. Minsk anlaşması çerçevesi tartışılıyor. Rusya lideri Putin, ABD ve Avrupa Birliği yaptırımlarının global ekonomi için risk olduğunu ifade ediyor. ABD Başkanı ise yaptırımların devamını ifade etti. Avustralya, Japonya ve Kanada liderleri de bu konuda destekçi oldular. Rusya Doğu Ukraynadaki ayrılıkçıları silahlandırmakla ve uluslararası hukuku ihlal ile suçlanıyor.
Rusya ekonomisi global GDP'nin % 3,4 ünü oluşturmakta. Dünya Bankası verilerine göre Çin global ekonominin, Japonya'nın 4 katı farkla %16 sını oluşturuyor. Bu rakamalar ile, Almanya'yı da katlamış durumda. 
Çin, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Güney Afrika ile imzaladığı anlaşma ile, Uluslararası Para Fonu'na meydan okuyacak finanasal bir örgütlenmeye yaklaşmış olarak niteleniyor. Washington Post dış politika analisti Fareed Zakaria bu durumun, var olan sisteme alternatif getiren ve seçime zorlayan bir hal alması halinde Asya'da yeni bir savaşın öncüsü olarak değerlendiriyor.
----
Durgunluk endişeleri...

Durgunluk endişesi yaratan Avrupa'da üçüncü çeyrek dönemde olumlu bir hareketlilik gözlendi. Fransa ve Almanya'da olumlu gelişmeler var. İtalya'da gidişat hala kötü. Buna karşın Yunanistan'dan da minik de olsa olumlu sinyaller geliyor. Yine de Uluslararası Para Fonu dünya için uyarıda bulunmaya devam ediyor. 
Çin'de ise duraklama var. 
G20'de her ülke büyüme stratejisini detaylı aktardı. Global olarak mallar ve hizmetler toplam üretimine 2 milyar dolar eklenmesi de G20'nin beş yıllık hedefleri arasında.
Avusturalya Brisbane'de toplanan zirvede dünya genelinde on milyon yeni iş yaratma hedefi de sorgulanıyor. 
Düşük büyüme ve yüksek borçlanma global ekonomi için endişe vermekte. Daha çok kazananlardan daha düzenli vergi toplanması ve az kazanandan daha az vergi alınması ile tüketimin sürmesi hedefleniyor. Bu büyük ekonomilerin de temel sorunu.
Çin ve ABD arasındaki bilgi teknolojileri ticareti de düzenlenen başlıklardan biri.
Afrika'da Ebola ile mücadele ve gıda krizine yönelik bütçeler zirvenin bir diğer başlığı...
----
Lübnan Sağlık Bakanı'nı tebrik ediyorum...

Bakan Wael Abu Faour, Lübnanlıları ne yediklerini bilmediklerini söyleyerek uyardı ve ekledi: Bilseydiniz sadece daha kötü olurdu. Restoranlardan alınan örneklerde insan yüzü parçacıklarından tere kadar pekçok madde çıktığını açıklayan Bakan, bedeli ne olursa olsun temiz ve sağlıklı üretim yapan bir gıda sektörü için mücadele vereceklerini söyledi. Bakanın açıklamasını sektöre darbe olarak niteleyen gıda firması yöneticileri tepkili. Ancak vatandaş twitter üzerinden Bakana destek yağdırdı. Sağlık Bakanı sadece restorancıları değil Ekonomi Bakanı'nı da karşısına almış oldu.  Ekonomi Bakanı Alain Hakim, Faour'u restoranlara karşı terör yapmakla suçladı. Bozuk et ve kirli satış yaptığı tespit edilen yerleri isim vererek açıklayan Faour, testleri geçen yerleri de belirtti. Bu firmalar Bakana teşekkür ediyor. 
Ben bu açık yürekliliğin Lübanan gibi harika mutfağı olan bir ülke için kazanım olacağına inanıyorum ve herkesi tatil destinasyonunu buraya yönelterek Lübanan Ekonomi Bakanı'nı yanıltmaya çağırıyorum. Günde üç öğünü de dışarıda tüketme oranı yüksek bir ülkede, işletmelerin gereğini yapması için ne adım varsa atılmalıdır. Bunu gizlemek asıl yönetim boşluğu doğurmak olacaktı. İşte şeffaf ve katılımcı yönetim... Tebrikler...
----
'Colombus değil Müslümanlar'

Latin Amerikalı liderler zirvesinde Cumartesi günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 'Amerika Colombus'tan önce müslümanlarca keşfedildi' sözleri büyük tartışma yarattı. Erdoğan'ın 'Küba'ya cami iyi gider' demesine 'bir orası kalmıştı' yorumları geldi. 
Ancak tarihçiler için bu sözler pek de saçma değil. Zira Colombus 1492'de Amerika kıtasına ayak basmış olarak kabul ediliyor. Tarihçi Youssef Mroueh da Küba'da cami bulunduğuna dair bir makale yazmıştı. Tarihçi bu makalesine Colombus'un günlüğünü referans almıştı. Yani tamamen boş konuşulduğunu söylemek mümkün değil. Yeri itibari ile konuya uygun bir referansla atıfta bulunulmuş.
Cumhurbaşkanı 'her iyi şeyi müslümanlar yaptı' demeye çalışıyor diye gülebilirsiniz. Ancak eleştirmeden önce bazı sözlerinin tarihsel altyapısı olup olmadığını bilmek lazım. Referansla konuştuğu ve doğru söyleme olasılığı bulunduğu halde kredibiliteyi bu kadar harcamış olmak da ayrı bir durum. Bunun nedeni fazla konuşmak olabilir mi? Günümüzde keşke, müslüman denizcilerin Amerika'ya ayak basması olmasada, farklı yönlerde, üretim alanında, çalışarak bir ivme kazanılsa. Sadece cami yapmak ile o günleri yad etmek olmaz... Bunun için açık ve düşünen toplum olmak teşvik edilirken, hukukun üstünlüğünü oturtmuş, güven veren istikrarlı bir ülke olmak son derece önemli. 'Uzay'a da ilk Müslümanlar gitti der yakında' diyenlerin alerjisi ne kadar uçsa, çalışmadan bir şeyleri İslam'a mal etme gayreti de bir o kadar uç. 

29 Ekim 2014 Çarşamba

Nerede yanlış yapıyoruz?


Sadece doğru soruları sorup cevaplar arayacağımız yolculuğumuz başlıyor. Benim işim fotoğraf çekmek...
****
Dünyanın bir numaralı gündemi Kobani ve ağır silahlı 150 Irak'lı peşmergenin 60 araçla Türkiye-Suriye sınırından geçmesi. Daha önce Türkiye'nin, Suriye'den gelen yaralı IŞİD militanlarına tedavi için geçiş izni verdiği ancak Kobani'ye yardıma gitmek isteyen Kürtleri göndermediği eleştirileri geliyordu. Şu anda Kobani'de savaşan Kürtler ambulanslarla Türkiye'ye geliyor... 

****
Son şehit olaylarında daha aydınlanmamış noktalar var. Konuşmak için erken. Ancak buna meydan veren hata ne dönüp sormalı.
Neden Türkiye Kobani olayları üzerinden karıştı? 
Elbette ki Esad'ın yüklendiği, sünni veya değil, Suriyeli muhalifler nasıl önemliyse, IŞİD'in katlettiği Kürtler de önemliydi. Onlar da, kimileri farklı düşünse de, başkalarınca, buranın parçası, akraba, kardeş görülüyordu... 
Arap sünni müslüman ezilince kimilerinin duyduğu acıyı, buradaki Kürtler Kobani için duydu...
Dışarı çıktı... 
Sonuç üzücü olaylar... Bedel ödedik... Ardından şehit verdik... 
Demek ki bir yerde yanlış yapılmıştı...
Orada Kürt varlığını istemedik... Birileri de bu varlığı istiyordu.
İsteyen kim?
Buradaki Kürtler mi? Yoksa oradaki Kürtler mi? Başka güçler mi?
İstemeyen kim?
Buradaki Türkler mi, devlet mi?
Devlet istemiyorsa buradakiler ile oradakiler arasındaki bağlantıyı görüyor demek ki...
E orda katliam olunca burda sokağa çıktılar... Nasıl görmezden gelsin?
Esad savaş açınca tek tük de olsa burdan giden Türkler de olmuştu değil mi... 
Ve son tahlilde sınırda bir Kürdistan özerk bölgesi ve uzun vadede birleşik bir Kürdistan istenmedi.
Peki gerçekleşmesi o kadar kolay mı? Değil...
Bölgedeki Kürt gruplar, Barzani, Talabani partileri yanısıra, özgürlükçüler olarak da ayrılmış durumda. 
Yani soru Kuzey Suriye'nin kimin Batı Kürdistanı olacağı...
Değişik sesler çıkmasının nedeni bu. 
PKK/PYD ve silahlı gücü YPG... PYD siyasi bir parti ve askeri kolu YPG, en fazla güce sahip Kürt grup. Suriye yönetimi ile ve PKK ile temasları var. Bölgede gücü olsada sivil Kürtlerin desteğini kestirmek zor... Şu an PYD ile ÖSO, Kobane geçişleri için anlaştı...
Barzaniciler ve Talabaniciler ise PKK/PYD ile mesafeli.
Özgürlükçüler, Öcalan'ı lider olarak görmekle PKK'ya sıcak değil. Esad'a karşılar.
Salı Kuzey Suriye'ye gidenler ise Irak'lı Kürtler...
Irak'lı Kürtleri, Suriye geçişi öncesi Türkiyeli Kürtler karşıladı... Ankara'nın izni ile Suriye'li Kürtler'e yardıma geçecekler...
Yani biz nasıl bölünmüşsek Kürtler de bölünmüş. Bu nedenle kolay değil kısa vadede. Ve engellemesi kolay mı diye sorarsak bunu zaman gösterecek...
****
Bütün uluslararası haber kanallarının ilk haberi 'Kobane' ve arkasındaki gerçek olan Kürt devleti, elbette petrol nedeniyle önemli. 
Iraklı Kürt peşmergenin otonomi isteyen Kuzey Suriye'de, yani bir aydır IŞİD ile çatışmaların sürdüğü Kobani'deki geleceği bu yüzden gündemde. YPG'nin çatışmaları da çoklukla petrol bölgelerinde oldu. Esad'a bu yaptırılabilir miydi?
Özellikle Irak'ta IŞİD ile saha mücadelesine destek veren İran'dan önemli bir isim, Alaaddin Burucerdi, bölge ülkelerinin hala IŞİD'e destek verdiğini ve bunun değişmesi gerektiğini söylüyor. Yani Esad'a karşı oluşturulduğunu vurguluyor. 
Belki bilmediklerimiz, sandığımızdan daha fazla. 
Burucerdi IŞİD'i 'kurgulanmış politik oyun' olarak niteledi ve buna girmek istemediklerini, iyi terörizm kötü terörizm olmadığını, terörist karşısında başka teröriste yardım edilmeyeceğini söyledi. Yani ayaklanan herkes terörist...  
İşte Türkiye bu oyunların sahnelendiği tiyatroda konumlandığı için kafamız karışık. 
****
Peki bizde durum ne?
Önemimizin gayet farkındayız. O kesin... 
Peki aksiyonumuz hangi hedefe yönelik ve ne istiyoruz? 
Uyum politikaları uygulamak durumundayız.
****
2009'da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğini almıştık. Son dönemde daimi beş üyeyi işaretle 'dünya beşten büyük' mesajı vererek idealist konuşmalar ile bu kurumu eleştirdik...
Doğruydu eleştirimiz... 
Gerçek miydi? Hayır... 
Böyle olmamalı demekten, temenniden ibaretti. Bugünki düzen için gerçek, dünyanın beşten daha büyük olmadığıydı... Güçtü gerçek...
Ve son seçimde koltuğu kaptırdık. İki kere üst üste seçilmek zordu zaten.
****
Ülkemizde içeride bir yandan bugün 'savaş' dediğimiz şey filizlenirken, tartışılan dış politika uygulamalarımız oldu.
İlk, Müslüman Kardeşler ısrarımız ile dışlandık. Suudi Arabistan Müslüman Kardeşler'i terör örgütü ilan etti ve Türkiye'ye duruşunu değiştirdi. Mısır'ın seçilmiş ilk cumhurbaşkanını destekleyen Türkiye'nin idealistliği ne yazık ki sonuç vermedi... Ancak Mursi'yi, meydanları yani yine halkı adres göstererek indirmişlerdi... Zaten ülkeyi yönetebileceği para kaynakları da kendisine verilmemişti... Toplumsal koşullar, işsizlik sokağa çıkmayı teşvik etmişti... Güç buydu işte.
Yine şii-sünni ayrımına duruş şekli de, coğrafyamızdaki bazı ülkeler ile ilişkilerimizi riske soktu. Örneğin biz Irak merkezi yönetimi ile uzlaşamazken, İran, Irak ile koordine şekilde  IŞİD mücadelesine sahada destek verdi. Irak'ın bağımsız bi ülke olduğunu, komşu olduğunu ve onlardan habersiz tek adım atmayacaklarını her fırsatta yineleyerek...
Yüzde 20 oranında uranyum zenginleştirme hala gündemde olsa da yaptırımların kaldırılmasını şart koşmayı sürdürdü. Muhataplarına ise bu terörü siz yarattınız demekten çekinmedi. 
Suudi Arabistan ile İran ilişkileri dahi gelişme göstermeye başladı...
Kıbrıs, Yunanistan ve Ermenistan da, çözümlenmemiş konularla ilişki yürüttüğümüz ülkelerdi. 
Durum buyken BM'den çıkan sonuca şaşırmadık...
****
Hepsi bu mu?
Kulislerde yer alan haberlere göre bu tablo dışında bir faktör daha vardı...
Hizmet çevrelerinin çalışması... 
2009 BMGK oylamasında, hizmet organizasyonunun, irili ufaklı çeşitli ülkelerde etki noktalarını kullandığı ve oy desteği için çalıştığı konuşuluyordu. 
O kadar güçleri olabilir miydi?
Bazı yabancı gazeteciler yazılarında 'son oylamada özellikle Afrika'da okulları ve vakıfları ile etkisi olduğu konuşulan organizasyon, Afrika oylarını etkilemiş olabilir mi' diye soruyor.
Fazla güç atfetmek için mi bilmem. 
****
Bizim ülkede onsekiz aydır savaş var. Bürokratik şekilde, soruşturmalar ile yürüyen bir savaş... 
Yönetme savaşı...
Biz neden bu ayrışmayı yaşıyoruz?
Kimler nerelerde hata yaptıklarını kendilerine sormadıkları için... 
Tekamülden uzak oluş, gücü hazmedemeyiş... Bunlar her kesim için geçerli... 
****
Özellikle Avrupa; deflasyon, yavaş büyüme ve borçlanma ile mücadele ediyor...
Euro bölgesi birarada kalmaya çalışıyor. Şirketlerin borçları kazançlar toplamını kat kat geçmiş durumda. Böyle bir dönemde dünyanın milli geliri fena olmayan sıralarında kalabildik. Ürdün, İtalya gibi ülkeler mültecilerden yakınırken, dünya sığınmacılara giden harcamaları konuşurken, 1,6 milyon Suriyeli sığınmacıya kapı açtık. Her ne kadar sokaklarda muhtaçlar mevcut olsa da... 
Yani hala bu ülkede bir ışık var.
Bu ülke, eşsiz konumu ile önemini koruyor. Ekonomisi ayakta. Tüm kesimlerin güçlerini birleştirmesi için, herkesin sesine kulak vermek için hala fırsat var. 
Yani hala kaybedeceğimiz çok şeyimiz var. 
Ben bunu istiyorum.
Birbirimizi aldatmayalım. 
Birbirimizden razı olalım, zorlamayalım, razı edelim.
2018'de gerçekleşecek olan yeni BM üyeliği seçimine kadar Kürtlerimiz ile, laiklerimiz ile, cemaatlerimiz ile, komşularımız ile, dini özgürlükler ile nasıl barışırız ona bakalım. 
Biz değişirsek herşey değişir. Yeter ki nerede yanlış yaptık sorusunu sorabilelim. 
Zira her kesimin doğru yaptıkları ve yanlış yaptıkları vardır...

27 Ekim 2014 Pazartesi

Örtünme törenleri ve teravih tekneleri...


Cumhuriyet'ten Nilgün Cerrahoğlu, İran'da buluğa eren kız çocuklarının 'örtünme bayramına' dair bir yazı yazdı Pazar günü. Okullarda örtünen kızlar için yapılan törenler ile 'model kadın' örneğinin çocukluk çağında benimsetilmesi amacı güdüldüğünü vurguladı. İran Devrimi'nin ilk zamanlarında olmayan bu uygulamanın sonradan icat edildiğini söyledi. Bu bayram günü tören ile, tatlı tepsileri ile, ailelerin okula gelip kızlarının fotoğraf ve videolarını çektiği mutlu tablo tasviri yaptı... 
Peki biz Türkiye'de ne gördük?
Türkiye'de ise okul önlerinde, üstelik buluğa ermiş küçük kızlar da değil, üniversite kapısındaki genç kadın ve kızlar, ikna odalarında 'ya eğitim ya örtü' denilerek zorba uygulamalar yaşadı. İşte bazı ülkeler örtünmeyi gülerek oynayarak kutlarken aile katılımı ile törenleştirebilirken, kimi ülkeler tek tipçi zihniyet ile ağlatarak ve eğitim hakkından yoksun bırakma tehdidi ile zorbalıklara imza atıyor...
Konunun tek tipleştirme yönü benziyor. Ancak bir temel fark var ki birinde rıza diğerinde zorlama var. Herkes kendisinin güle oynaya seçeceği bir konu olarak görmüyor bu tek tipleştirmeyi. Birine göre kötü ile diğerine göre kötü olan farklı. İrandaki bu uygulamayı yererken hangisinin zorla hangisinin rıza ile olduğunu da hatırlamak lazım... İran'da farklı din mensuplarına, dinde yeri olmayan bir baskı da var elbette.  Bu baskının İslam dininde de yeri yok. Ancak bahse konu mevzu, ailelerin kızları için kutlama yapması olduğuna göre burada rıza var gibi görünüyor.
****
Bugüne kadar cemaat çevrelerini başörtü eylemlerine destek vermemekle, düzene yaranmakla suçlayan hükümete yakın çevrelere bir hatırlatma lazım. Ak Parti yönetimi ilk hükümetlerinde aynı o cemaatçiler gibi başörtü konusuna dokunmama stratejisi izledi. Hatta 'bunun zamanı geldi' diyen bazı yüksek ses sahiplerine de cevaplar verildi...
Demek ki bunun makul bir nedeni oluyormuş. Bir yerde tam varlık gösterebilene kadar korkutmamak vs gibi gerekçeler olabilir.
Bugün gelinen yerde cemaat yapılanması denilen kadroların, hukuk içinde idda edilen örgütlenmesini her şekilde tartışmak medyanın ve millet iradesinin hakkıdır. Ona her yorumu yapabiliriz. Ancak buralardan vurmayı doğru bulmuyorum.
Cerrahoğlu'na dönersek, bugün o kalem sahibinin de en doğal hakkıdır İran'daki törene negatif yorum veya tek tipleştirme gerekçeli eleştiriler yapmak. Ancak bunu kınarken bunun tam zıddı deneyimlediğimiz farklı baskı uygulamaları hiç olmamış gibi davranmak, bu toplumun ve halkın büyük bir kesiminin mağduriyetini yok saymak, sadece kutuplaşmayı arttırıyor. Ve bir zihniyetin darbeye uzanma cesareti nedeni ile bugünki ayrışmaları yaşadığımızı da inkar etmezsek bir yerde buluşabiliriz. Yani demokrasi esası gözetmeden iki otoriter ideolojiden birinin model dayatması... O nedenle insanlar siyasal islamcı bilinen partilerde çözüm aradı.
Öte yandan yıllarca kendini müesses nizama kabul ettirmek için sessiz görünüp ardından harekete geçen cemaat kadrolarının darbe davalarındaki hesap sorma rolü de inkar edilemez. Bu rol üstlenilirken Hrant Dink cinayeti ihmalleri ve darbe davalarındaki adaletsizlikler ise bu kadroların sınıfta kaldığı yerler olmuştur. 
****
Hükümet bugün, dünün baskıcı rejimini unutarak İran'da örtünen kızları eleştiren düşünceye bakınca, tabloyu daha iyi görebilir. 
Cemaat'in seçimlerde veya çeşitli platformda CHP ile işbirliği eğer gerçekten bugüne kadar ki ayrışmaların geçmesine imkan tanıyacaksa buna sevinmek lazım. Ancak Ergenekon davalarında yaşanan adaletsizlikler nedeni ile cemaate haksızlığa uğradıkları için makul bir kin duyanlar, 'önce hükümetle işbirliği yapıp cemaatten kurtulalım sonra da millettin iradesinden, eski karanlık uygulamalar ile, devlet organlarını devreye sokarak kapatmalar ile vs şekilde kurtuluruz' diyor olabilirler. Ya da aynı şekilde cemaat kadroları ile işbirlği yapıp önce hükümetten sonra bu kadrolardan kurtulalım diyenler de olabilir. Bunlar siyasi konular görünmekle birlikte aslında toplumsal özgürlüklerde son derece önemli. Hazmetmiş insanlar, kadrolar aslolandır.
Bu sebeple kimsenin kimseye güvenmediği Türkiye ortamında kargaşa, terör daha kolay kaşınır hale gelmiştir. Fena halde bölünmüşlük aslında her kesime zarar verecek.
Bu ülkede insanlar kızı örtündü diye bir kutlama yapınca bu kimi neden rahatsız eder? İnsanlar başını açadabilir, örtedebilir. Bundan laik düşüncenin korkmamayı öğrenmesi lazım. Yarın açılan yetişkin bir kadına da arkadaşları yemek verebilir. Bu tamamen bireysel bir konu. İşte hala buraları kaşıyan, hala kimin hangi inancın hangi uygulamasını nasıl kutlayacağından, Ramazan'da boğazdan geçen teravih teknesinden rahatsız olanlar var. Bu nedenle bu ayrışma, bu savaş çok kötü oldu diyelim de anlamak isteyen ne dediğimizi anlasın.
****
Biz başörtünün de açıklığın da, dekoltenin de konuşulmasından bıktık. Birileri bunları konuştukça diğerleri dekolteyi kapatmaya, bir diğer kesim de, irade ile bir dini vecibeyi yapanalara gerici, acınan insan statüsü biçmeye çalışıyor.  Elbette kadını zorla kapatıp onu her türlü sömüren, haklarını gasp etmeyi ilke edinen zihniyeti desteklemiyelim. Bu kadının kendini tanımlamasıdır. Bu kimine göre kapanıp topluma mesafeli durma anlamı taşırken kimi için ise toplumda daha rahat hareket etme işlevi taşıyor olabilir. Bırakın herkes rahat ettiği gibi yapsın. Laikilik ve eşitlik çelişmez merak etmeyin. Nice başörtüsüz erkek bu ülkede laikliğe karşı uygulama getirdi. Onları eleyemezken örtülü kadını seçip elemek en hafif tabir ile acizlik değil mi, bırakın örtülü kadın da bağımsız düşünebilsin. Kimseye gebe olmasın. Kadının örtüsünden başka kontrol edilecek çok şey var bu ülkeyi ele geçirme iddialarının uçuştuğu ortamda...

9 Ekim 2014 Perşembe

Kobani'yi küçümsemek ve zorlanan sınırlar...



Birarada yaşamak açısından,farklı coğrafyalara dağılarak heryerde azınlık olarak kalmış Kürt gerçeğini iyice damarlarımızda hissettiğimiz günlerden geçiyoruz. Vatandaşımızın ve medyamızın diline Kobani çatışmaları nasıl yansıyor peki?
Gene azdılar...  
Sokağa dökmek...
Bu ifadeler ile yansıyor...
Peki neden...
Azma tabirini, vatandaş haklarını aramak için sokağa çıkanlar için kullanmıyor. Etrafa zarar verenler, araç yakanlar için kullanıyor...
Peki neden 'gene' diyorlar?
Vakti zamanında terör eylemleri, ölüm olayları ve sokakalarda şiddet olayları gerçekleştirdikleri için...
Peki durulan bir kesimi yeniden azdıran nedir?
Onlara azdı diyenlerin cevapları farklılaşıyor burada...
'Çok taviz verdik o yüzden azdılar' diyenler var...
 Ancak bu tavizler sonucu ölümler durmadı mı? Demek ki taviz olarak isimlendirdikleri uzlaşmalar işe yaradı...
Peki neydi bu tavizler?
Anadil kullanımı mı? 
Siyasi parti kurma hakkı mı?
Bunları 'veren' olmak bana büyüklenme kokan bir hali aktarıyor. Eşit vatandaşlık ve fırsta eşitliği temeli ile bakılırsa bunların normal olduğunu kabul etmek kolaylaşır...
Sırf onlar istiyor diye verilmesi gereken temel hakları vermekten korkmak, hem de şehit verme pahasına rahatsız olmak, en başta akılcı değil. Elbette duygusal olarak yıllarca yaşanan şehit psikolojisi bu tepkilere ve bu bakış açısının yerleşmesine neden oluyor.
Terör doğuran ortamda devlet geleneklerinin etkisinin unutulması, anlatılmaması bir diğer neden.
Bugünkü ortamda Kobani neresi ve orada ne oluyor bilmeyen vatandaşlar, büyüklenme kokan 'veren' olma havası ile hemen 'yine azdılar' diyebiliyor. 
Peki ölümler durmuşken neden böyle oldu? Kobani neresi? Orada kimler yaşıyor ve kimler katlediliyor? Dünyada güç sahipleri buradaki gelişmelerden ne umuyor? Petrol ve Kürtler işin neresinde? Irak'da IŞİD'e karşı operasyonlar daha hızlı ancak Suriye'de öyle değil. Neden?
Kobani Suriye sınırımızda Kürtlerin yaşadığı bir bölge. IŞİD burada etkinlik sağlamış durumdaydı. Kürtlerin YPG'si ile çatışıyorlar. IŞİD'e karşı Irak'ta da Batı öncülüğünde operasyonlar yürütülüyor. Bir dönem İran en etkili desteği sağladı IŞİD'e karşı mücadelede.
Kobani'de adeta sivil kalmadığı bildiriliyor. İşte Kürtler burası için sokakta. IŞİD'in bu noktaya tırmanmasında, yakın geçmişe kadar verdiği iddia edilen veya bilinen desteği nedeni ile Türkiye'yi sorumlu tutuyorlar. Artık son noktada oldukları için sokaktalar.  Ancak diğer taraftan Salih Müslim'in önceki günki Türkiye'ye müdahil olmaması yönünde uyarısı dikkat çekiyor. Türkiye'nin müdahalesi ile gelen bir zafer de yine birilerinin kendilerine 'veren' olarak büyüklenmesi endişesine sahipler belki. Belki de bu müdahalenin IŞİD lehine kullanılacağını düşünüyorlar. Pazarlıklardan rahatsızlar.
Türkiye'de IŞİD'e PKK'ya göre daha fazla sempati duyanlar 'PKK'da IŞİD gibi' demeye başladı... Birinde bir etnik kesimin yıllarca Irak'ta Türkiye'de yanlış politikalarca bastırılması sonucu Kürt azınlıklardan oluşmuş bir örgüt var. Örgütlü... Sesini isterse Fransa'da isterse Almanya'da duyuracak kadar örgütlü. Sokağa çıkması sesini duyurmak istemesinden kaynaklanıyor. Bombalı bir eylem ile yapmıyor bunu... Diğer tarafı yeni duyduk...
Türkiye'de şimdiye kadarki kazanımlarını, bir türlü anayasal zemine kavuşturulmamış haklarını alma ümidi var örgüte yakın Kürtlerin... Kandırıldıklarını düşünüyorlar... Ve dünya IŞİD'in karşısında... Türkiye'nin IŞİD ile burada mücadele eden yerel Kürtlere de aynı şekilde terörist demesi itiraz görüyor dış basında. Bunu vatandaş iyi bilmeli.

Sünni-Alevi ayrımı ise coğrafyada etkin bir politika belirleyici. Her zaman söylediğimiz gibi bundan başkaları faydalanıyor. Saddam sünniydi ancak yıllarca Irak'ta Kürtler de ezildi. Şimdiye kadar farklı coğrafyalarda örgütlenen Kürtler bulundukları ülkelerde bir azınlık olmaktansa birleşik bir Kürdistan hayal ediyorlar... Haklarını onlara veren biri olmasın, büyüklenme ile yüzyüze gelmesinler diye. 
Bu yüzden Perşembe günü Irak Kürdistanı Erbil'de de Kobani için sokakta insanlar. 
Yine o nedenle Suriye'nin Kobanisi için dışarda buradaki Kürtler. Hem IŞİD desteğine kızıyorlar hem şimdiye kadar netleşmesini bekledikleri hakları için belki... 
BDP'li önemli isimlerin, bu sokakta oluşun iç savaş isteyen kesimlerce kullanılmasını eleştiren sözlerini hatırlatalım. Bu nedenle sokağa çıkanların şiddetten uzak durması çok önemli. Selahaddin Demirtaş'ın 'sokağa çıkın' çağrısı adeta şiddete çağrı olarak yorumlanıyor. Oysa sokak demokrasi kültürünün önemli bir parçası. 
Ve sokağa çıkanlara 'Kobani'yi istismar etme' diyebilmek için Suriye'yi istismar etmemiş olmak gerekmez miydi?
Yazılarımızda IŞİD gibi örgütlere bir şekilde yol verdikten sonra onlara karşı bir koalisyon içinde yer almanın tehlikelerini aktarmıştık. Ancak IŞİD diplomatları kaçırarak zaten müsamahayı istismar etmiş oldu. Yine de bu tip örgütlerin Türkiye'yi karıştırma ihtimali nedeniyle temkinli olunması uyarısı yapmıştık. Ancak burada oyalanmış insalar var. Korkudan ziyade doğru temelli ilişki ile mutabakat sağlamak için PKK gerçeğine karşı sert çıkmadan süreci sürdürmek önemli.
 Suriye olayında IŞİD, El Nusra tutumundaki mezhepsel bakış açılarını da Kürt önyargısını da kırmak zorundayız. Şu anda fırsattan istifade etmek isteyenler açılımın önemli adımlarını kaosun sorumlusu olarak göstermek istese de bu tuzağa düşmek hata olur. Yakın geçmişte 'Kürtlerin lideri' denilmeseydi, ölümler durmazdı. Bugün buna suç isnad edenler bu ortamın devamını isteyenlerdir. Her ne pahasına olursa olsun muhalafet yapmak ve gücü paylaşmak isteyenlerdir. Öcalan'ın liderliği bugün bu olaylarda dahi bilinen bir gerçek mi değil mi kısa bir zamanda göreceğiz. Bugün herşeye rağmen sürece devam diyen yine Öcalan olmadı mı? Artık devlet elinde tutulup yazılı mesajı gözlenen Öcalan'ın liderliğini tartışmak yerine adım atmak gerekiyor. Bunu yadsıyanlar en hafifinden gerçeğe gözünü kapatanlar veya çözüm istemeyenlerdir. Kobani'ye silah sevkiyatı imkansızken sokak şiddeti ile destek arayanlar, bu kesimlerin ekmeğine yağ sürüyor.
Hadi vatandaş Kürt'ten dost olmaz diye inanmış yıllarca... Açılıma en büyük desteği verdiğini iddia eden gazeteler 'uydurma sebepler ile azıyorlar' demek yerine okuyucusuna olanları anlatsa daha mantıklı olmaz mı? PKK'nın geçmişi dersek geçmişte yaşanan şehit olaylarını biz de örgüt gibi meşru görmüş oluruz... Ne biz o PKK'yı istiyoruz ne de örgüt üyeleri yeniden dağa çıkmayı istiyor. Bu bahanelerle bu şiddeti körüklemek isteyenlar başkaları. Bu tuzağa düşmemek ve buna alet olmamak için sağduyulu yaklaşmak gerekiyor.
Provokatörlere fırsat vermemek için suçlayıcı ve Kobani'de yaşananları azımsayan, bahane diyen dil kullanımından uzak durmak önemli. Çarşamba günü medya olayları farklı yansıttı. Perşembe tektük gazeteler hariç medyada durum biraz daha gerçekçiydi. Birgün'ün Perşembe manşetinin üst başlığı ise 'inatla birarada yaşama vurgusu' yapıyordu.
Tezkereye hayır diyenler ibrelerini Kobani'ye desteğe çevirdi. Siyaset böyle bir satranç. Halk balık hafıza olmaya görsün. 
Suriye'de Kürtler laik muahlefet ile işbirliği yapıyor. Kürt, Sünni, Alevi, Şii, Arap diye ayırmak kaybetmeye sebep oluyor. Din önemli bir birleştirici gibi görünsede kendisine din adına iş yapma misyonu verenlerin metodları dini çerçeve ile bağdaşmıyor. Enstrümanlar ve planlar bu gerçeğe göre ayarlanmazsa bu zor coğrafyada Türkiye'nin işi daha da zorlaşacak. Bölgenin düşmanları belli ve bunu yenecek tek şey ayrışma değil birleşme. O yüzden dağdaki eşkiya şehire indi diye üzülenlerin düşünmesi gereken, 'eşkiyanın' dağda kaldığı şehit verilen günlere dönüp dönmemek konusunu kavramak. Saldırıların artması da söz konusu olabilir. Bu dahi sağduyu kaybına yol açmamalı. Terör örgütleri tek merkezden kontrol edilmesi güç yapılar. Topyekun savaş ilanı işi daha da zora sokar. Araya karagaşa oluşturma hevesindeki bazı casuslar sızmış olabilir. Birlikte kalmak bunun nedenle bölge ve ülkemiz için son derece önemli.  

 

25 Eylül 2014 Perşembe

Kutuplaşma sınıfta değil gazetelerde...


5. Sınıftan sonra ortaokulda türban serbestliği ile çocuğa cinsellik farkettiriliyor diyenler var.... Bu çocuklar zaten kız çocuk erkek çocuk ayrımının farkında. Dolayısı ile bu iddia çok abartılı. Ortaokul öğrencilerinde türbanın serbest bırakılması, imam hatip ortaokullarına talebi de azaltabilir. Zira bu okullara giden çoğu insan başörtüsü bu okullarda serbest olduğu için, çocuğu için zorunlu olarak seçim yapıyordu.
Başörtüsü serbestliği dayatma değil özgürlük getiriyor. Bütün ortaokul öğrencilerine başörtü zorunluluğu koymak neyse, eğitim için baş açma zorunluluğu da odur. İnsanların küçük yaşta bir kimliğe eğilimli yetiştirilmeleri ailelerin seçimi. Bu seçimde aile yönlendirmesinden, baskısından rahatsız olan çocuk birey olarak büyüdüğünde seçimini yapabilir. O çocuğu birilerinin istediği örtüsüz kadın modeli yapmak çok detaya takılmak. Oysa önemli olan ötekini anlayan ahlaklı, saygılı ve sağlıklı bireylerin yetişmesi...

****
Ayrıca bu şekilde imam hatip okulu ve düz lise ayrımı ile laik ve dindar toplum kesimlerinin ayrı gettolarda yaşamasının önüne de geçilmiş olur. Belki yıllarca birbirinden ayrı okullarda büyüyen ve büyüdüklerinde birbirine öteki olarak bakan insanlar yerine, aynı sınıfları paylaşan ve farklı düşünen kardeşler olarak büyümüş bireylerin barış dolu ortamı belki sağlanır.
Dini, sosyal ve psikolojik olarak ailelere, bu tarz kararların etkisi, araştırmaların sonucu, ideolojik tartışmalardan uzak objektif şekilde aktarılabilir.
Şu ana kadar İslam dinini, başörtüsü ve beş vakit namazdan ibaret algılamanın, islam ahlakının bunlar dışındaki önemli noktalarını es geçmenin getirdiği talihsizlikleri yaşadık. 

****
Bunun dışında ergenlik çağına gelmiş bir genç kıza dini yükümlülükler başlamış sayılır. Yani bu, kişinin özgür iradesi ile dini uygulamayı yapıp yapmayacağına dair kararıdır. Aile burada öğretir ve seçimi birey yapar. Bu seçimi yapana verilen özgürlük diğerlerinin özgürlüğü ile ilgili değildir. Bunun özendirici olacağını düşünerek karşı çıkacak ailelere ise kendi başı açık çocuklarının da aynı özendiricilikte özgürlüğe sahip olduklarını hatırlatmak lazım. Başı açık çocuğa da örtülü çocuğa da özenen olabilir. Bundan korkmamak lazım. Zira manevi olarak önemseyen ve dini vecibe olarak görenlerin bir kumaş ile ilgili bireysel seçiminin kimseye zararı olamaz. Ne örten ne açan bu noktada dışlanmamalı. Aileler, bu birarada yaşama fırsatını, çocuklarının arkadaşlıklarını, kendi şahsiyetleri ve çizgilierini koruyarak sürdürmelerini destekleyerek iyi değerlendirmeli. Çok renkli bir toplum, uzlaşmış bir toplum olma fırsatını iyi değerlendirmeli. 
Kutuplaşma sınıfta diye manşet atıyor Cumhuriyet... Kutuplaşma neden türbana yükleniyor? Açık başa yüklenmiyor mesela... Kimse bugüne dek 'birilerinin başı açık, bu kutuplaşma yaratıyor, herkes açsın' dedi mi?
Hayır... Diyen çıkars cevabını birlikte verelim.

****
Gelişmiş bir toplum olmak için bu gibi konuları aşıp, üretime, ekonomik ve soyal adalete yönelmenin zamanı çoktan geldi de geçiyor.
Bugün hala Türkiye'nin en büyük gazetesi Hürriyet'te ilk sayfada, okulda başörtü eğitimi verileceği, amacın bu olduğuna dair karikatürler görüyoruz. Karikatür elbette eleştirel olacak. Ancak şimdiye kadar bu özgürlüğün olmamasını hiç eleştirmedi bu arkadaşlar. Oysa bu da hükümet eleştirisi olabilirdi. Bu tek tip bir toplum yaratma hevesidir. Başını örten ortaokul öğrencisinin aşağılanması, alay konusu olması ve dışlanmasını beraberinde getirir. Bu iktidara oyuncak edilecek siyasi bir konu olarak değil toplumda uzlaşma ve bireysel tercihlere saygı konusunda olgunluk gösterme fırsatını değerlendirememektir. Karikatüristler örtmek isteyenin, okulda başörtüsü yasak diye çocuğunun, imam veya hatip yapmayı düşünmediği halde oraya yollamak zorunda kalanın da yaşadıklarını ve bu noktadan oluşan siyasi çıkarı anlatabilirdi şimdiye kadar.  Bu sıkıntıyı yaşayan halktan insanlar değilmiş gibi bunu yok sayarak sadece iktidarı hedeflemiş olmuyorlar. Vatandaşı, aileyi, çocuğu dışlamış alaya almış oluyorlar. Bu tercih ailenin tercihidir. Hükümet şimdiye kadar aç diyerek vatandaşa karışan devlet geleneği ile davranacak olsa herkese kapat der. Oysa durum bu değil. Biryğn böyle olursa kendi özgürlüğü gibi karşısındakinin özgürlüğünü destekleyen bireyler istiyorsak şu anda bu konuya takılmamak lazım...  Bu oraya gidiyor gerekçesi ile bu özgürlüğün kısıtlanmasını talep etmek olamaz. Böyle bir durum sözkonusu olsa nasıl eleştirilirdi değil mi?  O bakış açısınile şimdiye kadar ki kısıtlama da eleştirilmeli. 
Zira toplum okudukça, eğitim seviyesi arttıkça biryerlere gelinecek. Belki o eğitimle başörtülü başörtüsüzün derdini anlayacak. Bu fırsatlar kutuplaşma fırsatı görülmemeli. İktidar karşıtlığı, sınıf arkadaşı karşıtlığına dönüşmemeli. 
Okul öncesi ve ilköğretimde ibadethane açılması konusu ise çocuklardan ziyade öğretmenlere tanınmış bir imkan diye düşünüyorum. Bu habere 'kafa kesme özgürlüğü ne zaman gelir inşallah' diye yaklaşarak başlık atan gazetecileri kınıyorum. Pekçok din, din cahilleri nedeni ile, insanların dini bilmemesinden faydalanılarak cinayetlere katliamlara alet edildi bugüne dek. Harf devrimi ile, Arapça ve Kuran dersleri alerjisi ile, inananlara, bazı hocaların kendi yorumlarını din diye ezberletilmesinin önü açıldı. Bu nedenle dinden ve dini bilgiden değil, insanların bilgisizliğinden faydalanıldı. Gelişigüzel tercümeler farklı yorumların parantez içi eklenmesi ile insanların önüne konuldu. Kafa kesilmesi için yola çıkanlar bunlara inandırıldı. Bu boşluklardan ikna edildiler. Bu nedenle dine mesafeli olanların da artık buna fırsat vermemsi gerekir. Bu da dinin ne olduğunu bilmek ile mümkün olucak.

6 Eylül 2014 Cumartesi

IŞİD'e karşı birleşme hikayesi...


Dünyayı yönetenlerin gündemi ISIS...  Yani IŞİD... ABD Başkanı Obama NATO müttefiklerinin IŞİD'e karşı koymaya hazır olduğunu ve IŞİD'e karşı Peşmergenin ve Irak ordusunun güçlendirilmesi gerektiğini söyledi.
Kuzey Irak'ta özellikle Şii Türkmenlere kan kusturan IŞİD, Amerli bölgesinde İran kuvvetleri ve çeşitli askeri birliklerce geri püskürtüldü. Geçtiğimiz hafta başı BM yardımları açlıkla mücadele eden halka ulaştı.
Bu askeri birliklere Amerikan hava kuvvetleri de destek vermişti. Bölgede Amerikan işgalinden rahatsızlık duyanlardan oluşan birlik Obama'nın işgali bitireceği açıklamasına kadar istikrar için müzakere süreci yürütmüştü. Küçük bazı şii gruplar ise işgale karşı bir mücadele sürdürmeye çalışmıştı. Zaten savaş yorgunu Irak'ta IŞİD'e karşı  yürütülen son harekette bu grubun etkin olduğu biliniyor. Bölgedeki mücadeleye ABD hava kuvvetlerinin refakati memnuniyetle karşılanmadı. 
IŞİD'in 15-20 bin civarı militanı olduğu tahmin ediliyor. En çok katılımın Tunus ve Rus kökenli Müslümanlardan olduğu bilgileri yayınlanmakta. 
John Kerry ise son yaptığı açıklamada IŞİD ile mücadelenin üç yıl sürebileceğini açıklıyor. Bu, bölgede istikrar beklentisi anlamında bazı planları yorumlayabileceğimiz bir açıklama.
Irak siyasetinde Maliki ismi önemli. Halkın oyunu o veya bu şekilde almış bir isim. Bu sebeple kendisinin şu anki görevi önemli. 
Üç yıl içinde 15-20 bin elemanı olan bir örgüt biter mi bitmez mi? Bu örgüt için üç yıl süre demek Irak ile büyük güçlerin bölge politikalarında tam uzlaşma sağlanması için pazarlık süreci demek. Bölgede karışıklık olması güç dengelerinde bu güçlerin etkili olması demek. 
Dolayısıyla bu örgütleri meydana çıkaranlar ile şimdi mücadele eder görünenleri birbirinden ayrı düşünmek imkansız. 
Hele birde IŞİD ile mücadelede Batı ve Türkiye'nin Suriye ile birlikte hareket edeceği haberlerini düşünelim. Dün birbirine düşman edilenlerin bugün birlikte hareket ettirilebildiğini görüyorsunuz... Her zamanki gibi mezhepsel farklılıklar ile bölünen müslümanlar bazılarının işine gelince birleştiriliyor... Ve bir zamanlar desteklenmesi istenilen gruplar bugün hedef alınınca içimizden geçip organize olan bu yeni düşmanın bize nası karşılık vereceği de meçhul...

4 Eylül 2014 Perşembe

Kronik yenilgi ve Kılıçdaroğlu


İktidar yürüyüşü uzun bir yolculuk... 
Çarşamba günü TRT'nin hazırlamış olduğu 'Büyük Yürüyüş' belgeselinin ilk bölümünü izledim. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir zaferi ile başlayan dönemden, 2002 seçimlerine kadar yaşadıklarını akataran ilk bölüm bunu birkez daha hatırlatıyor ...

Gelelim CHP'nin yürüyüşüne... Laiklik ilkesi noktasında tabanının tek adres gördüğü bir parti. Sosyal demokrasi konusunda ise bu tabanı ne kadar ikna ettiği bilinmiyor. Uzun yılların ardından şu veya bu sebeple genel başkan değişikliği yaşandı. Değişim, iktidar için atılım yapılamadığı gözlemi ve bu konuda ümitsizliğin artması ile mümkün oldu. Araçları onaylamasak da durum buydu...
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu muhtemelen taban için ümitti... Bi süre sonra bu ümit azaldı. Yerel seçimlerde, Ergenekon davalarında yaşanılan görüş ayrılıklarına rağmen birlikte hareket ettikleri kesimlerin desteği de İstanbul'u almalarına yetmedi...
Sebeplere değinerek uzatmayalım. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, tabanın dindar bir adaya itirazlarına karşın Ekmeleddin İhsanoğlu oyları geriletmedi. Bu bile başarıydı. 
İhsanoğlu'nun Cemaat-Hükümet ayrılığında tavır alacak uzlaşılmış bir isim olduğuna inanan bazı muhafazakar kesimler, CHP'den dindar bir isim çıkmasını takdir etse dahi memnuniyetini,  bu kaygısından sandığa yansıtmadı. Oyunu ona göre kullandı. 

Ancak Kılıçdaroğlu yetinmedi. Laik-dindar kutuplaşmasını kırmakta ısrarlı adımlar ile Saadet Parti'li Mehmet Bekaroğlu'nu Parti Meclisi'ne davet etti. Bekaroğlu Çarşamba günü CHP'ye üye oldu...
Kılıçdaroğlu, CHP'nin kronik yenilgisinin nedenini anlamış görünüyor. Ancak partisi içierisinde bu yenilginin nedenini bulmuş olmak ve çözmekten çok, malum kutuplaşmanın partisi olmanın daha faydalı olacağına inanan radikaller mevcut.
Bu kanat Kılıçdaroğlu'na açıktan muhalefet edebiliyor. Bunu bir genel başkanın zayıflığı olarak değil artısı olarak görüyorum...
CHP'de genel başkanlık için Muharrem İnce'nin ismi geçiyor. 
Ülkede katı laik çizgiyi savunan ideolojiye saygı duyabilirz. Bu grubun kronik yenilgiden ziyade kendi ilkelerinden taviz vermemeye odaklanmasına da saygı duyulabilir. Ancak bu tutumun ülke içinde dışlayıcı ayrımcı politikalar ile nefret tohumları saçan ve tıpkı eleştirdikleri İslamcılar gibi iddia ettikleri dayatmacı uygulamalara önayak olmayı görev sayan tarzı, hiçkimse için hayırlı değil. Olsa olsa Ak Parti için hayırlı olabilir...

Bu nedenle olsa gerek, iktidara daha yakın duruş sergileyen yayın organları anketlerde İnce'nin önde çıktığı haberlerine yer veriyorlar. Bu haberlerin sadece basit bir gerçeği aktarma amacı ile yer bulduğunu düşünmek biraz saflık olur. Dizayn edilmiş ve gerçeğe dayansa da seçilmiş haberlere yer veren yayın organları bu yükselişi neden ilk sayfalarına taşıyor? 
Bunu biz değil CHP'lilerin düşünmesi gerek.
Kılıçdaroğlu samimyet testini geçmek istiyorsa, iktidarın uzun bir yürüyüş olduğunu kavrayarak, ülkede dindar kesimlerin haklarını vermiş mevcut iktidarı, bu adımları ile dikta ile suçlamak yerine halkın tüm kesimi için anlamı olan zaafları bulup eleştiri geliştirmeyi başarabilir.
 Uzun yolculuğu göze alamayıp koltuk gidecek diye şu anki rüzgarın tesirinde kendine muhalif grup ile 'ben daha laikim' tarzı bir yarışa girerse bu uzun yürüyüşte şimdiye kadar başardığı cesur adımları da heba etmiş olur. 
Bu noktada, CHP'nin gizli ve kapalı pazarlıklara girmeden, kontrol edebileceği ve çeşitli bağlantılar ile önüne getirilmiş dindar isimler yerine tam tersi kişilikte olan gerçek isimleri bulması anahtardır. 
Örneğin Selahaddin Demirtaş'ın kuru inat yapmayarak Erdoğan'ı alkışlamaktan çekinmemesi yarın  eleştirdiğinde de samimi olduğunun göstergesi olacak.
Halka ve tüm kitlelere dokunabilecek sahici isimler Muharrem İnce grubunun kısmen uzak durduğu bazı bağlantılardan endişe duyan CHP'lileri de rahatlatır. Bu kesimler katı laik de olsalar, sadece dindar olan kişilere olası alerjilerini ortaya koyamaz. Ancak illegal yapılanmalardan rahatsız olurlar. Bunun ilerde kontrol edilemeyeceğini öngörebilirler.

Yakın zamanda çözüm sürecinde uzun bekleyişin ardından kritik bir dönemece girilecek. Hükümetle çeşitli şekilde mücadele eden yapılar polis içinde yapılan operasyonların ardından asker içerisindeki bağlantılarını gözden geçiriyor olabilir. Zira yargı konusunda da mücadele sürüyor. Hamleler ardı ardına gelmekte... Bu gibi konularda bilinmeyen bağlantılardan medet umulması, bazı kesimlerin CHP'ye olası sıcaklığını da buz gibi soğutacaktır. Bunun yanısıra zayıf ihtimal de olsa, Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olması ve Başbakanlığa Ahmed Davutoğlu'nun gelmesi bu gerilimin uzlaşmayla son bulmasına da yol açabilir. Uzlaşılamazsa, yukarıda bahsettiğim olası kargaşalarda, uzun dönemlerdir iktidarda olan Ak Parti hükümetlerinden o veya bu şekilde artık rahatsız olmuş bazı muhafazakar demokratlar bu gibi durumlarda Ak Parti'ye sahip çıkacaklardır. 
Velhasıl hem CHP'nin laikleri hem AK Parti'ye mesafeli muhafazakarlar, ayak oyunlarının dönmediği açık bir toplum, adalet, refah ve toplumun herkesimini eşit kucaklayan politikalar isteyen kesimlerdir. 

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Kaliforniya'da Zim limana sokulmadı...


Cumartesi günü ABD'nin Kaliforniya eyaleti, Oakland limanında, binlerce protestocu İsrail'li kargo şirketinin gemisinin yanaşmasını engellemek için birleşti.
Protestolar sayesinde Zim firmasının gemileri yüklerini boşaltamadı.
Filistin direnişi aktivistleri kendi oluşturdukları ağ ile iki haftadır, liman çalışanları dahil pekçok kişiye ulaştı. Haftalık şekilde gemileri limana giren Zim'in ulaşımının engellenmesi adına limanın kapatılması için çalışmalar yaptılar.
Gemiler denizde beklemek durumunda kaldı.

 Bu da kargoların ulaşacağı son noktalara gecikmesi demek oluyor. Bu nedenle iki taraflı bir maliyet artışına yol açıldı.
Protestoları organize eden aktivistler buluşma saatini, Cumartesi öğleden sonra saat üç yerine sabaha karşı beşe yani liman çalışanlarının shift değişim saatine çekti. Öğleden sonra üçte ise protesto sürdü.
ABD'de Filistinlilerden oluşan ticari birliklerin federasyonları ve Arap kökenli Amerikalılara ait sivil toplum örgütleri, İsrail'in Gazze bombardımanına tepki gösterirken, yakın zamanda Missouri'de polisçe öldürülen 18 yaşındaki Afrikan Amerikan Michael Ferguson'u anmayı da unutmadı...
Ferguson'un silahsız olması ve polisin dikkatsizliği ülkede çeşitli protestolara yol açmıştı.
Gazze organizasyonunu gerçekleştiren aktivistler Batı kıyısında ırkıçı ve ayrımcı yönetimlere para ödenmeyeceğini gösterdiklerini dile getirdi.
Yapılan açıklamada 70 farklı STK'nın  imzası var.
Amerika'da polisin görev sırasında Afrikan Amerikanları vurması, tepkilere yol açıyor. 17 Temmuz'da altı çocuk babası Eric Garner, gözaltına alınırken yere bastırıldığında nefessiz kalarak ölmüştü. 9 Ağustos'ta yine Afrika kökenli bir genç polisçe vurularak hayatını kaybetti.
Amerika'da İsrail'in Gazze bombardomanını protesto edenlerin, tüm ırkçı rejimleri protesto hakkı olduğuna dikkat çekmesi ABD hükümetinin ne kadar tolere edeceği bir tutum olacak göreceğiz.

Volvo tank taşıyıcılar ve boykot

Volvo güvenliğe öncelik  veren tasarımların aracı. Ucuz ama sıfır hehangi bir markadansa, beş yaşında bir Volvo'nun her zaman daha güvenli olacağı düşünülür...
İsrail'in tank taşıyıcılarını da Volvo sağlıyor... 
Bir devletle çalışmak ve o devletten para kazanmak ticari markalar için anlaşılır bir durum.
İsrail'in Gazze savaşını protesto adına, Volvo'yu boykot edip amaca ulaşmak için ciddi bir çalışma lazım. 
Bu ancak Volvo'nun Ortadoğu pazarında, İsrail devletinden olan kazancının üstünde bir gerileme çapını yakalarsa etkili bir boykot olur. İlgilenenlere duyurmuş olalım.

Cruz ve Bardem Altın Portakal'a davetli
İsrail'in Gazze saldırılarını kınadıkları için Yahudi düşmanı ilan edilen oyuncu çift Javier Bardem ve Penelope Cruz bu yıl teması İspanyol sineması olan Altın Portakal'a davet edildi. Bardem, İsrail saldırılarını kınaması ardından eleştirilince Yahudi düşmanı olmadığını sadece barış istediklerini açıklamıştı. Çifte en büyük tepki oscar ödüllü aktör Jon Voight'ten gelmişti. Voight Angelina Jolie'nin babası... İspanyol medyası ise Voight'e tepki gösteren ve İspanyol halkının Filistin'in yanında olduğunu belirten haberlere yer vermişti...
İspanyol yönetmen Pedro Almodovar da bir diğer davetli... 

6 Ağustos 2014 Çarşamba

New York'ta polis şiddeti tartışmaları...

New York'da polis şiddeti tartışması...

Amerika Birleşik Devletleri, New York eyalet polisinin 17 Temmuz'da Eric Garner'i göz altına alırken kullandığı yöntemin ölüme sebeb olması tartışma yarattı.
Altı çocuk babası Afrikan Amerikan Garner'ı uyuşturucu sattığı gerekçesi ile gözaltına almak isteyen polis, şahsı yere yatırdı ve ellerini başının arkasına almasını söyledi.
Bu sırada Garner boynundan yere doğru bastırılıyordu. Nefes alamadığını defalarca tekrar etti...
Hayatını kaybetti ve yapılan muaynede öldürüldüğü teşhis edildi...
Ailesi ve destekçileri memurlara soruşturma açılmasını istedi...
Polisler ilk ifadelerinde Garner'ın nefes alamadığını gösteren bir belirti olmadığını söylediler...
Ancak bir video ortaya çıktı ve işler değişti...
Polisin gözaltı muamelesi Ramsey Orta adlı bir başka kişi tarafından video olarak keydedilmişti.
Garner'ın nefes alamadığını söylediği videoda açıkça duyuluyordu...
Memurlar kayıt yapan kişiyi uyardı.
Garner'ın ölüm sebebinin açıklanmasından birgün sonra kayıt yapan kişi de gözaltına alındı. Bu olay vatandaşların polisi filme alma hakkı ile birlikte, görevi kötüye kullanma ve hesap verilebilirlik konularının hararetle tartışılmasını beraberinde getirdi...

NewYork eyaletinin polisin aşırı güç kullanımı düzenlemesinde, boyundan yere bastırma metodu yirmi yılı aşkın süredir yasaklanmış durumda. Ancak bu yöntemin zaman zaman kullanıldığı biliniyor...
1994 yılında benzer uygulama sonucu ölüme sebebiyet veren bir polis memuru yedibuçuk yıl hapis cezası almıştı. Benzer durumlardan yakınlarını kaybedenler bugün Garner'ın ailesine destek veriyor.
***
Gelelim halka açık yerlerde polisi filme alma kısmına...  Amerika'da zaman zaman polisi filme almaktan gözaltına alınma olayları yaşanmıştı.
Garner olayında video olmasa herşey tamamen başka yönde gelişebilecekti. Video aslında hataları önleme açısından da işlevsel bir görevi yerine getiriyor... Gerçekler konuşmuş oluyor... Polisin böyle durumlarda filme alan kişiyi engellemek istemesi ve hatta gözaltına alması çatışmalı bir durum.
Filme almak çoğu eyalette anayasal bir hak olarak görülüyor. Sıradan insanları değil ama vatandaş ile iletişim halinde olan görevdeki polisi kaydetmek, hesap verilebilirliği desteklyen, anayasal bir hak olarak yorumlanıyor.
Biri görev yapıyor, filme alanın ise filme alma hakkı var.
Görevdeki polis kimlik sorarak bir şekilde görüntülere el koymak isteyebiliyor.
Olmadı tutukladığını açıklıyor. Ardından ise bir suçlama geliyor...
İddialara, bitmek bilmeyen bir davada, defalarca tekrar eden duruşmalarda  açıklama getirmek zorunda kalıyorsunuz...
Gücü elinde bulunduran, şeffaf olmak zorunda olduğunu unutabiliyor...
***
Polisin suç önlemedeki başarısı için, vatandaşlar videoya alamıyacalsa bile başka türlü bir otodenetim sistemi olması şart.
Gözaltılarda radyatöre bağlandıklarını ve mağduriyet yaşadıklarını söyleyen isimler ile denk düştüğüm oldu.
Polisin bir şüpheye yönelik gözaltılar ile ihbara veya yürüyen operasyona dayalı işlerde kullanacağı metodların da ayrılması gerekli.
Bu konuda Türkiye genelinde ileride sayılırız.
Ancak istisnaların da önüne geçmek için kameradan korkmamak, bazı şeyleri kayıt altına almak faydalı olacaktır. Polisi ve polis merkezlerini buna yönelik teknolojik ekipmanla donatmak ve bunların soruşturmalarda kullanılabilirliğini arttırmak gerekir. Polisin benzinini, aracını hiçbir kişiye muhtaç olmadan alabileceği bütçeleri tayin etmek de güvenlik ve eşit vatandaşlık çizgisinin korunmasında son derece önemli.

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Filistin ve liderlik zamanı...


 
Çarşambanın  ilk saatleri... Gazze'ye yardım kampanyalarından söz ediliyor...
Yedi yıldır kuşatılmış olan, nüfusun yüzde 40'ı işsiz ve yüzde 80'i yardıma muhtaç olan Gazze'ye ...
İsrail önce 'evlerden çıkın' uyarısı yapıyor sonra bombalıyor...
Bugüne kadar Filistin'de silahlı direnişi eleştiren Filistinliler dahi artık silahlı direnişin arkasında...
Her seferinde daha fazla Filistin'li İsrail'in Filistin'i bir sonraki yok etme adımının bahanesi olacak girişimlere hazır hale getiriliyor. Bu girişimler, roket saldırıları, intihar bombacıları anlamına geliyor. Yani bu yolla radikalleşmiş oluyorlar. Şiddet şiddeti doğuruyor. 
Karşılıklı olarak İsrailliler de, Filistin nefreti kusacak kadar radikalleşiyor. Bu politikalar İsrail'de taban bulmuş oluyor.
Hamas, ateşkes için Gazze ablukasının kalkmasını ve Filistinli mahkumların serbest bırakılmasını şart koşmakta. Aslında 'yavaş ölüme' direnmekle, hızlı ölüm onları yakalıyor. Batı Şeria'da üç İsrailli genç kaçırılıp katledildikten sonra bu konuyla ilgisiz 500 Hamas üyesi tutuklanmıştı. Bu mahkumların serbest kalması talebi var. 
Netanyahu'nun, İsraillilerin intikam için işkence ile öldürdüğü 16 yaşındaki Muhammed Ebu Kadir'in ölümü için, çocuğun babasına verdiği adalet sözü havada kalmış görünüyor...
***
Gerilim ile birlikte İsrail, Filistin hükümetinin 40 bin memurunun maaş transferini durdurmuştu... Bu da ekonomisi zaten eksilerde olan Filistin'de, gerilim ve nefreti arttırıyor.Diğer yandan Mısır'da yönetimin el değiştirmiş olması da, tünellerden gelen ithal ürünlerden vergi alan Filistin yönetimini, bu gelirden mahrum bıraktı. 
Haaretz yazarı Gideon Levy'ye göre; Hamas roket atmadığı sürece Filistinlileri kimse dikkate almıyor....
İsrail'de yaşayan Filistinlilerin ikinci sınıf insan muamelesi gördüğünden, hak ve özgürlük ihlalleri yaşadığından bahsetmek linç sebebi olmuş durumda.  Direnmeseler kendi topraklarında öyle yaşamayı kabul etmiş olacaklar. 
İsrail Hava Kuvvetleri subaylarına, Gazze'yi bombalama talimatlarına direnme çağrısı yapanların, taciz edildiği haberleri geliyor.
***
USA Today gazetesinin haberine göre İsrail devleti öğrencilere sosyal medyada İsrail yanlısı mesajlar atması için ödeme yapıyor.
New York Times İsrail'in öfkesini roket saldırılarına bağlayarak, demir kubbe hava savunma sisteminden ve Gazze'ye silah da taşındığı iddia edilen yardım tünellerinden bahsederken, İsrail'in ne tür silahlar kullandığı konusunda haberler yok. 
Her tür silah kullanımının meşru olacağını savunan radikal İsraillilerden önceki yazılarımızda bahsetmiştik.
***
Gazze'de görev yapan Norveç'li bir doktor, ateşkes için efor sarfedeceğini söylerken İsrail'i destekleyen mesajlar veren Obama'yı, Shifa hastanesinde bir gece geçirmeye çağırdı. Hamas'ın hastanelerde planlama yaptığı düşüncesi ile İsrail çatışmaların başlamasından itibaren üçüncü kez Wafa hastanesini bombaladı.
Filistin'de birlik hükümetini tanıma kararı verirken yoğun muhalefet ile karşılaşan ABD, birlik hükümetinin bakanlarında Hamas üyesi bulunmamasını, ABD destekli bir hükümet olduğunu gerekçe göstermişti. 
 Amerika ve Avrupa, Hamas'ın ateşkes koşulları için çaba sarfedecek gibi görünmüyor. ABD'nin Mahmud Abbas'a ısrarla hatırlattığı bazı şartlar da yerine getirilemedi. Bunların içinde yasama organı ile ilgili bazı düzenlemeler yer almakta.
***
Hamas'ın seçimlerdeki oy oranı uluslararası camiaya çok fazla şey ifade etmiyor. 
Önemli Batı gazetelerinde, Filistinliler, terörist organizasyon üyelerine oy vermiş olmakla eleştirilebiliyor. Bu nedenle sivillerin vurulması meşru gösterilemez.
Yönetimde halkın oyunu alan bir parti ile uluslararası kabul gören bir hükümet seçme arasında kalan Filistinliler için dışarıdan sağlanan fonlar önemli.
 Yine de neden Hamas'a oy veriyorlar? 
Amerika Birleşik Devletleri'nin her koşulda İsrail işgalini silah ve teçhizatla desteklediklerine inandıkları için. Oysa dünyada Filistin'e destek arayan pekçok kişi de yine ABD başkanı Obama'yı adres biliyor. Ona çağrı yapıyor, onu eleştiriyor. 
İsrail'in ise topraklarından vazgeçmeyeceğini biliyorlar.

İsrail'in bugüne kadar zaten giderek daralmış olan Filistin topraklarını kabule yanaşmayıp, Batı Şeria'da yeni yerleşim yerleri inşasını durdurmaması, zaman kazanma metodları, Filistinliyi radikalleştiren bir diğer etken. Hiç umutları yok.
Bu trajedi durmalı.
Cenevre'de toplanan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi'nde sadece İran, İsrail'in harekatını etnik temizlik olarak niteledi. Cezayir ve BAE de İsrail'i eleştiren ülkeler arasında. Bu ülkeler de, insan hakları noktasında sorgulanan ülkeler. İşine gelmeyen gerçekleri söyleyene yönelik eleştiriler gerçeği değiştirmiyor.  Bu arada ülke ise Filistinliler'in roket saldırılarına odaklanmış durumda.
Çarşamba akşam, İngiltere Dışişleri Bakanı Philip Hammond Ramallah'ta Mahmud Abbas, ardından da Perşembe Netanyahu ve Lieberman ile görüşecek.
 Dünyada pekçok trajedi de Uluslararası örgütler ve özel elçilerin aczini gördük. Bu sefer büyük liderliğe her zamankinden çok ihtiyaç var. 

8 Temmuz 2014 Salı

Filistin ve self determinasyon


Füze atana taş mı taş atana füze mi? Hangi taraf bire kaç atabilir?
Ne farkeder? Sonuç aynı... 
Çözümsüzlük... 
Ölen çocuk ve bebekler...
 Ağlayan anneler...
 
****
Vatan kavgası...
 'Benim' demiş birileri... 
'Benim de' diyor öteki. 
İsrailde hem Filistinli hem İsrailli yaşıyor.
Irkçılık, ayrımcılık altında Filistinli... 
Arap, burada daha az hizmet alıyor ve daha az özgür. Sığıntı bir nevi... Öz vatanında... 
Filistinde yaşayan ise açık hapishanede adeta...
Tünellerden (Mısır) veya İsrail'den gelecek olana mahkum... 
İnşaat malzemesinden gıda maddesine, elektriğe kadar, mahkum...
***
Üçüncü intifada...
Direniş... Ayaklanma... İsyan...
Filistinli bir gencin İsrailli bazı radikaller tarafından vahşice öldürülmesi ile başlayan olaylar, reaksiyonlar ve ona karşı müdahaleler ile sürdü.
   Uluslararası arenada üçüncü intifada uyarıları gelmeye başladı son günlerde. Salı sabah saatleri hareket arttı.
İsrailde şahinler ile zor bir koalisyon başında bulunan Netanyahu, Filistin'den atılan roketlere dikkat çeksede İsrail İçişleri Bakanı Filistin'li gencin öldürülmesini suç ve vahşet olarak nitelemişti.
Uluslararası yayın kurumları ve Batı medyası hep bir adım sonrasından, yani Filistinlilerin reaksiyonlarını ilk aksiyon gibi vererek giriş yaptı haberlere...
Amerikan Başkanı Barack Obama, İsrail ve Filistin için gerçek güvenliğin tek yolunun barış olduğunu anlatan bir makale yazdı. Makale 8 Temmuz'da Haaretz'de yayınlandı...
 Başlarken İsrail'in güvenliği ile giriş yapan Obama 'Siderot'ta Hizbullah veya Hamas'ın roketleri korkusu ile yaşayan İsrailli bir çocuk için güvenlik kelimesinin ne anlama geldiğini biliyorum' diyor. İsraillilerce öldürülen tek bir isim için üzüntüsünü de zikrediyor neyseki...
   Mısır'ın seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Mursi'nin gönderilişi, bugün yine daha çok mana kazanıyor. Tünellerin girişi Mısır'da malum... Hamas'ın Mısır kanadı olarak görülüyor Müslüman Kardeşler. Suudi Arabistan'ın, MK'in, Mısır yeni yönetimince terör örgütü ilan edilmesinin ardından bu kararı tanıyan ilk ülke olduğunu hatırlatalım. 
Diğer yandan 2018'e kadar ABD bütçesinden İsrail'in güvenliği için her yıl 3 Milyar çıkacak... Bu eksende İsrail'in komşusu Suriye'de son yıllarda yaşananları bir daha düşünmeli...

   Peki aslolan hangisi? Ateşkes neden bozuluyor? Neden Obama 'İsrail'in güvenliği' diyor, Siderot'taki çocuğun Hizbullah roketleri korkusunu önceliyor? 
Haklı mı, doğru mu? 
Gelin bakalım...
İsrail'in yeni yerleşim yerleri yapması, ayrımcı politikaları ve Filistin hapishanesindekilere sadece ölmeyecekleri kadar yardımı sürdürmesi, bu 'ülkede' sağlıklı bir yaşam ve ruh halini mümkün kılmıyor...
Kimi Filistinli İsrailde yaşıyor. İsrail pasaportu var... Ayrımcılıkla yüzyüze...
Kimi hergün kontrol noktalarında durdurularak İsrail'e çalışmaya gidiyor, akşam açık hapishaneye dönüyor... Bu kadarını da bulamayan Filistinli arkadaşlarının çoğu kendisini ihanetle suçluyor belki de...
Filistinde iki yönetim var. HAMAS'ın para kaynaklarının zayıflaması, Mısır desteğinin kesilmesi, maaşların ödenememesine sebep oluyor. Bu da Filistinde otoritenin sarsılması demek. İstikrar olmayınca radikal Filistinli grupların, ateşkes ortamını gerecek tepkiler vermesi daha kolaylaşıyor.
Yani İsrail operasyon yapıyor, Kassam Tugayları intikam yeminleri ediyor. Bir roket, bir taş ile cevap veriyorlar... Ardından Gazze ateş altında. Füzeler yağdırıyor İsrail... Hava saldırıları sürdükçe Filistinliler küçük saldırılar ile İsraillileri öldürüyor.
Bunu bilen ateşkes yanlısı İsrailliler hükümete saldırılara sert cevap vermeme çağrısında bulunmuştu.
Obama Haaretz için yazdığı makalede, İsrail'in güvenliğini önceler görünsede, bu güvenliği sağlama sürecinde, iki halk için iki devletin kabul edileceği bir çözüm dışında barışa yol olmayacağını çok net vurguluyor. Filistinlilerin kendini yönetme hakkını vurguluyor. Bunu anlamadan saldıran çok Filistinli var Obama'ya... Obama'dan İsrail'i kınamasını istiyor bu arkadaşlar. Oysa... İsrail'in güvenliği diye başlayıp buraya varmak  doğru ama bir o kadar da dile getirilmesi zor bir gerçek ki... Eylem planı harekete geçirilemesede, her iki taraf diğerini reddetsede... 'Barış için bu şart' diyen bir güç olması önemli. Belki de birileri barış ve güvenlik istemiyor. Bütçeden gelen parayı istiyor kimbilir... İşte bu yüzden rasyonel düşünmek lazım... Şartlar elverdiği kadar... Sizi bundan alıkoymak işine geliyor birilerinin. Onun için o hapishanede tutuluyor belki Filistinliler...

Bebekleri öldürmeden diren işgale...

Bu HAMAS'ın savaşı mı? HAMAS bir parti mi? HAMAS'ın savaşını tüm Filistinliler sahipleniyor mu? Çözüm tek veya iki devletli, neden şimdiye kadar mümkün olmadı?
Buna soğukkanlı bazı Filistinlilerin tek bir cevabı var: Bize en büyük kötülüğü içimizdekiler yapıyor...
Yani İsrail'in  'buraları bombalayacağım' uyarısı yaptığı yerlere çocukları, bebeleri sokarak dünyaya 'İsrail çocukları vurdu' mesajı vermek için bekleyenler...
 Yani radikaller. Her iki tarafın radikalleri yüzünden o kutsal coğrafyada anneler ağlıyor. Karşılıklı ağlıyorlar.
Onurlu olmak, haklı olmak ve sabırlı olmak için ne lazım? 
Önce inandığın dava ve savunduğun insanlara ne zarar verir, ne en az zarar verir onu düşüneceksin ki samimiyetini göstermiş ol.
Allah zafer verir mi bu hale? Kulluğun hakkını vermeden cihad olur mu? Bebekleri ateş altına koyup ses duyurma hesabı kulluk mu, Allah Kuran'da çocuklara bu yükümlülüğü vermezken...
Müminin silahı duadır. İçlerindeki şuursuzlar için affı, gazabından korunmayı, müslüman kardeşe edilen duanın temizliğine sığınarak Allah'tan istersek zafer gelir belki...
Presbyterian Kilisesi dahi İsrail'in işgalde kullandığı teknoloji ve ekipmanı sağlayan Hewlett Packard, dozerlerin firması Caterpillar ile Motorola Solutions'ı boykot kararı aldı. Karar 7 oy farkı ile alındı. Gazzeli müslümanlar için elin kilisesi bunu yaparken, direnenlerin de Allah'tan korkarak bebekleri ateşe itmemesi gerekir.
Filistin sorunu ikinci intifadadan (1987) bu yana İsrail'in katlettiği bebek fotoğraflarını yayınlamak için çocukları ateşe atmakla çözülmüş olmadığına göre... Allah ol dediğinde herşey olabildiğine göre... Biraz şuur için de dua etmeli zafer duası ederken... Yoksa Gazze'ye seyrek düşen silahlar hızla yağıyor Filistinli kardeşlerimizin başına. 
****
Emniyet vs savcılık...

Hukuksuz emir uygulanmasın, delilsiz kimse izlenmesin... Çok doğru. Bunu diyenlerin iddia olunan kadroları da pür'i paktır inşallah... Emniyetle ilgili son savcılık talimatı ile, haksız hukuksuz cezalara, fişlemelere veya yaftalamalara değil, hukuku delme veya başka bir emir komuta zinciri ile çalıştığı düşünülenlere dair net sonuçlara ulaşmak önemli.
***
Kaset vs Arşiv

Söyledikleri doğru mu yalan mı bilmem de, sen yıllarca bir partide genel sekteter ol,  bakan ol, esprilerinle heryerde hükümeti rezil et... Sonra çık 'Başbakan şöyle kaset arşivlerdi, 17 Aralık'tan sonra Berat hepsini imha etti' de... E sen de bunları 17 Aralık'tan önce konuşaydın TV'de... Daha manalı olurdu.


Serra Karaçam

30 Haziran 2014 Pazartesi

Şii-Sünni ekseni ve Cumhurbaşkanlığı sistemi...


Irak'tan gelmeye başlayan göç, İran-Maliki denklemi, ISİD ve Lübnan manzarası, ABD'nin bölgedeki uzun vadeli planları, coğrafyamıza aksiyon getiriyor. 
Ne yazık ki hepsi Şii-Sünni bölünmüşlüğü üzerinden tezgahlanıyor. 
Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşıyor. Bu arada bu seçim öncesi ISİD'e silah yollama görüntülerimizden bahsediliyor. Görüntülerin tam bu dönemde piyasaya çıkarılacağından falan...
 Bunun, İran, Esed ve Rusya'ya yarayacağını yazan önemli bilgi kaynaklarına yakınlığı bilinen yazarlar var... Bu yazarlar bu şii eksenli devletler ile İsrail lobisinin çıkarını aynı anda zikredip, ABD'yi ayrı tutuyor. 
Türkiyedeki paralel yapının da dış güç figüranı olduğunu ekliyor... 
Bu manzarada kim kimdir? 
Bazıları düne kadar MİT müsteşarına İrancı demiyormuydu?  
Kim kimin figüranı? İsrail lobisi ile ABD mi çatışıyor? 
Türkiye kiminle hareket etti, ediyor?
 ISiD bölgede nasıl konumlandı?
Kimin icadı, kim korudu, geliştirdi ve hala korumaktan yana?
 Şii-Sünni eksenli düşünmeye devam ediyoruz mecburen... 
Oysa Türkiye'yi seven, alevi sünni herkes bu bölünmeden kaçmalıdır dış gelişmelere bakarken. 
Beşar Esed'e gidip tutsak iki Türk gazeteciden birini kurtararak dönen CHP'li vekiller Mevlüt Dudu ve Refik Eryılmaz da kaçınmalıdır.
 Bu vekillerden biri, yanlarında kurtardıkları tek Türk gazeteci ile döndüklerinde, sınırda bekleyen  ve kendilerine 'ya benim eşim' diye soran başörtülü Arzu Kadumi'ye böcek muamelesi yapmıştı. Çünkü diğerini kurtarmış olmanın basın önündeki şovuna gölge ediyordu Kadumi'nin sorusu...
 Arzu Kadumi Suriyedeki olaylarda payı olduğuna inanılan politikaların sahibi iktidar partisine yakın görünse dahi o vekil herkesin vekili olarak gitmişti gazetecileri kurtarmaya...
Olaylara Türkiye olarak bakmalıyız... Hükümetin hatalarına da, Türkiye adına bakarak, eleştirmekten kaçmamak gerektiği gibi. Politikalarda hata varsa, bu daha büyük bir uluslararası soruna yol açacak metodlarla, gizli belge ifşaaları yolu ile eleştirilirse örneğin, Türkiye'nin çıkarından bahsedilemez. Ancak Hükümet de bunun arkasına saklanmamalı, bir adım atmadan önce iyi değerlendirmelidir.
Bu konjonktürde ve her zaman Türkiyede istikrar için Başbakan ve Cumhurbaşkanı'nın, yetkilerini uyum içinde kullanması önemli. 
Peki şu anki sistem bize uygun mu? 
Adayların kişilikleri ile dengelenen ve istikrarı sağlayabilen, aksi durumda kilitlenen bir sistemle olmaz. Sistem denilen şey, her şartta kendi kendine, şahıslardan bağımsız ayakta duran ve istikrarlı yönetim sağlayan bir aygıt olmalıdır. Dolayısıyla, Erdoğan Cumhurbaşkanı oldu farzedelim,  genel seçimde 'Tayyip Erdoğan ile uyumlu bir lideri olan' bir Ak Parti'nin iktidar çıkacağı garanti diye, sistemi eksik bırakmak olmaz. Belki Türkiye'nin lehine bir dönem çatışmasız idare edilir ama kendine yenilikçi diyenler sistem sorununu kökten çözmeli. Benden sonra tufan demek olmaz... Gül'de parlamenter sistem diye ısrarcı olmamalı.  Salı saat 11.30 da Ak Parti adayını açıklayacak.
HSYK yaz kararnamesinde Mahkeme Başkanlıkları ve Başsavcılık görevlerine getirilenlerin, mazaretleri gündemde. Muhtemel baskılardan korkuyorlar belki. Belki arada kalmaktan... Önümüzdeki günlerin Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi nelere gebe olabileceğinin kokusunu alıyorlar belki de. Geçtiğimiz günlerde bizi kim yönetiyor diye sormuştum. Bakalım ne kadar birlik olacağız... 

****
Alp Gürkan ve insana bakış

Soma maden faciasının ardından 'işadamı Alp Gürkan'a sağ basın fazla yükleniyor' diye yazmıştım. Ölümün sorumlusunu, en ağır şekilde sorgulasın medya elbette. Ama senin sorumlun, benim ihmalcim, senin kazancın-benim payım oranında medya desteği veya saldırısı, adil değildir demiştim... Avukatlarının, maden şehidi ailesinin 393 bin liralık tazminat talebine, 'felaketi özendirecek kadar yüksek bir miktar' gerekçesini sunmasının ardından emin oldum ki bu zihniyet insan değeri nedir bilemez. Her birine emsal olsa bu dava, 301 aileye 393 bin ödese, sonuç yüz milyonları bulacak. Bunun için bir hukuki yaklaşım içinde itiraz hakkı olabilir. Elbette malvarlığına ve ailenin maddi manevi kaybına bakıp miktarı söylemek bana düşmez. Bu hukukçuların işi. 
Ancak bu kafa şunu anlamalıdır: O aileye veya diğerlerine 'madenci yakınınız sağ mı kalsın yoksa ölsün de size 400 bin lira mı verelim' denilse, herkesin parayı seçeceğine emin olmasınlar... 

****
Üçüncü havaalanı projesi ihalesinde, denizden kot farkının sonradan şartnamede belirtilenden aşağıya düşürüleceği iddiaları gündemde. Bu, ihaleye katılanların tekliflerini verirken buna göre veriyor olmaları açısından bir haksızlık olacağı gibi, ihaleyi alanlara ödenecek bedel açısından da önemli. 
Bu iş Zorlu Center işine dönmemeli. İhaleye, kaç kat izin verileceği belli olduğundan ona göre kazanç hesabı ile teklif verilip, sonradan ihaleyi alanın daha fazla kazanabileceği bir izin düzenlemek adil mi? 

****
Marmaris koylarından notlar

Marmaris'ta bir hafta yelkenli ile koyları dolaştım. Hem eğitim hem tatil oldu. Üç yaşındaki kızım, ben ve teyzesi tekne yaşamını deneyimledik. Bir nevi Ege nabzı tutmaya da vesile oldu. 
El değmemiş koylar harika. Bazısında elektrik bile yok. Jenaratör bile belirli saatlerde çalışıyor. Örneğin Bozukkale. Burada ki Loryma Restoran Bill Gates'den Başbakan Erdoğan'a, Hollywood yıldızı Tom Hanks'ten rockım önemli isimlerine pekçok ünlü misafir ağırlamış. Duşlar ve tuvaletler süper değil. Ancak yemekler lezzetli, fiyatlar uygun. Doğa güzel. 
Kumlubük Yat Klübü ise Loryma'ya göre daha şık, dekorasyonu tasarlanmış olmasına karşın doğaya uygun travertenlere yer verilmiş. Bölgenin mermer zenginliğine yakışır bir doku kullanılmış. Burada ağırlıklı olarak Çin mutfağı var. Noodle olarak bilinen Çin eriştesini üreten aşçıları gayet başarılı. Tesis biraz fiyatlı ama verilen emeğe değer. 
Bir diğer güzel koy Söğüt. Aşkın Otel ve Octopus restoran birlikte işletiliyor. En iyi balığı bu restoranda yedim. 1 kilo 800 gr.lık deniz çuprası ile o taze lagos arasında kararsızlık yaşayıp, çuprayı seçtik. Üç yaşındaki kızım da çok sevdi. Tatlılar muhteşemdi. Balkabaklı cheesecake harikaydı. Hesap, otel konaklaması ve bu nedenle ertesi gün sabah kahvaltısı dahil olduğu halde uygundu. 
Bu arada charter yapan tekne turizmcileri ticari teknelerde içki ruhsatı istendiğini belirtiyor. Düzenleme, alkol satış saatlerini düzenlemesi ille birlikte geçmiş. Oysa teknelerde çoğunlukla tura çıkanlar kendi alışverişini marketten yapıyor. Yani firma tura katılan müşteriye içki satmıyor. Teknede dolaptan kendi aldığı peynir ekmeği yiyenle kendi aldığı birayı içen, aynı eylemi yapmış oluyor. Turizm girişimcisinin bu işle alakası yok. Bu ruhsatın bedeli, alındığı yere göre 400-800 lira arasında değişiyor. Bu tekneler restoran olsa uygulama haklı. Uygulama bu ayrıma göre ruhsat sorulup ceza alınacak şekilde yeniden düzenlenmeli. 
  Ege kıyılarında bu gibi düzenlemelere alerji var işte... Onun dışında Ege namaz kılana saygılı. Tatil yerinde ortada namaz kılanı görünce 'ne mutlu size' diyor çoğu insan. Bir gülümseme yetiyor insanların kalplerine hitap etmek için. Onu bekliyor herkes, kendi gibi görünmeyenden.

****
Angel's Peninsula'da Ramazan...

Tatilin sonunda geçen sene Ramazan Bayramı'na yakın geldiğim Angel's Peninsula'ya uğrayıp bir iki gece kalmaya karar verdik. Ramazan'a burada girdik. Cumartesi akşamı çok güzel gösteriler izledik. 
Otel işadamı Akın İpek'e ait. Kendisi Bugün TV, Bugün Gazetesi ve Kanaltürk'ün de sahibi. 17 Aralık operasyonu ve Cemaat yapılanması ilişkisi iddialarının ilk döneminde, İpek 'Fetullah Gülen Hocaefendi'nin bir gülüşü için feda etmeyeceği şey olmayacağını' belirtmişti. Ardından, sahibi olduğu Koza Altın madenlerine dair izinler ile ilgili sıkıntılı haberler okumaya başladık. Durdurma kararları geldi. Aynı 17 Aralık operasyonunda 'neden dershane kararına denk geldi ve beklendi' sorusu akıllara geldiği gibi, 'madenlerde sorun vardı da neden şimdiye kadar durdurulmuyordu' sorusu da akıllardaydı...
Velhasılı kelam, 2011'de açılan ve geçen sene Ramazan Bayramında çok sayıda bakanı ağarlayan otel, özellikle kadınlara ve ailelere özel locaları, kadınlara özel saklı deniz tesisi ile muhafazakar ve tatilde bireysel alanına özen gösteren ailelerin ilk tercihi olmuştu. Şu an Ramazan'a göre normal bir sakinlik var. Bakalım bu bayram bakanlar gelecek mi? Gelmeseler bile yaz sonuna kadar pekçoğunun ailelerini göndereceğini düşünüyorum.
 Çalışan personel ile sohbet ettim. Çoğu kendilerine sağlanan, lojman hizmeti gibi imkanların kalitesinden memnun. Her müşteriye tüm ihtiyaçlarında güleryüzlü davranılabilmesinin arkasında, personele verilen bu değer var sanırım. Fiyatları eleştiriliyor otelin. Ancak herkesi mutlu edecek bir yarımada tesisi olmanın bedelini, çalışanları için de gerektiği şekilde ödüyor olduklarını öğrenince sevindim. Teknede kaptanımız Sabina hanıma yardım ile eğlenceli ama biraz yorgun geçen haftanın peşinden beşyıldızlı otelin hizmetleri bize yedi yıldızlı gibi geldi. 
Fiyat demişken, karşı kıyıda D Marmaris var. Fiyatlar yakın. Her ikisindede deniz mavi koy belgeli. Beyaz Türklerin çoğu orda. Muhafazakarın, müslümanın, ısraf etmeden, kendi şartlarına uyma çabası ile,  insan gibi tatil yapmak için bu bedeli ödemek zorunda olmasını eleştirmek yerine, sistemde neden bu kalitede daha uygunu yok onu sorgulamalı... Madem kolay yapması buyrun...

****
Thy 65 yaş üstü indirimini kaldırmış... Ortaköy'e tarihi yalıya yapılacak Butik otele kaynak mı lazım dedim gayrı ihtiyari. Yine de büyümesi ile ve kalitesi ile gururlandırıyor. Uzun uçuşların en iyi adresi. 
Benim bu aralar yurtiçi favorim Atlas Jet. Bilet fiyatları son dakikada dahi uygun. Bu noktada Pegasus'u geçti. Güleryüzlü personeli, hizmet odaklı yaklaşımları ile gözüme girdiler. 
****