23 Ağustos 2013 Cuma

TÜRKİYE'DE İŞLER NEREYE GİDİYOR?


ÇÖZÜM SÜRECİ

Selahattin Demirtaş'ın Birgün'e verdiği röportaj bugünün önemli işlerinden biri. Dünyada olan acı olaylara odaklanırken Türkiye'yi unutmamak lazım. Türkiye'de yaşananlar da dışarıdan bağımsız düşünülemez.

Demirtaş, çözüm süreci aksaklıklarını, son birkaç günün konusu olan ve bazı çevrelerde endişeye bazı çevrelerde iştahlı bir bekleyişe yol açan Cemaat-Ak Parti gerilimine değinerek yorumluyor.

Demirtaş; 'Cemaat; valisi, polisi, yargıcı eliyle süreci zora soktuysa bunun sorumlusu da yine hükümettir' demiş. 'Söz geçiremiyorsa ben niye Cemaati suçlayayım' diyor.


Demirtaş net ve açık konuşan biri. Bunu siyaseten de doğru olacak şekilde yapmayı da başarıyor.

'Sürecin bitmesi 18-20 yaşındaki çocukların ölmesi demektir' diyor. Bu nedenle hükümet tarafından atılan geri adımlar olmasına rağmen süreci koparmamaya gayret ettiklerini söyleyen yumuşak bir dil kullanıyor.

Belki  hükümetin yasal düzenlemeleri tamamlamamasına rağmen süreç lehine bazı uygulamlar ile ne kadar risk aldığını bildiği ve gördüğü için. Örneğin bugün Sözcü Gazetesi ''Beytüşşebab'ta 6 yıl önce Mehmetçiğe kurşun sıkarken öldürülen teröristin kemilkleri Kato Dağından şov ile devlet hastahanesine getirildi, devletin polisleri ortada yoktu'' diyor ve bunu rezalet olarak aktarıyor.

Eve dönüşlerin tamamlanmamasını gerekçe gösteren Başbakana cevaben ise ''Birinci aşamada tamamen geri çekilme yoktu. Kalıcı süresiz ateşkes, eylemlerin durması ve geri çekilmenin başlaması konuşuldu. Bu da oldu'' diyor.

Dağdan inen gençlerin Kandil'e kadar gitmemesi için yasa çıkarılması gerektiğini vurguluyor.

Bu belki ilk aşamada hükümetten alınmış bir söz değil. Yine de bu konuda ve diğer bazı kilit noktalara dair çalışmaların varlığı görülmedi şimdiye kadar. Hep ertelendi. Seçim sonrasına bırakıldı gibi görünüyor.

Demirtaş, karşılarında; Cemaatin de bir unsur olarak yer aldığı; parçalı bir yapı olduğunu belirtiyor.

Bunun müzakerenin ilerlemesini zora soktuğunu kaydediyor.

O parçalı yapı elbette sadece Ak Parti içinde ve sadece Cemaat noktasında yok. Ak Parti seçmeni dahil diğer partilerin de tabanlarında konuya farklı yaklaşanlar var. Kararlı bir duruş ile seçmene bunun anlatılması, buna cesaret edilmesi lazım. Siyasetin doğası gereği tüm partiler bu konudan kaçıyor. Yarışa, Türiye'nin başka alanlardaki sorunlarına çözüm politikaları ile siyaseten  kazanma hedefi ile  girmek yerine, çözüm ve ölümlerin durmasını Kürtlere taviz olarak göstererek oydan pay kapmaya çalışıyorlar.

Vatandaş zaten hassas. Yıllarca şehit verilmiş olması nedeniyle, müzakerelerin taviz olmadığını tam tersi yeni ölümler olmaması için yapıldığını anlayamıyorlar. Dış güçlerin böl-yönet politikasının uzantısı gibi gören çok. Oysa kangren olmuş bu savaş herşeye zarar veriyor. Terör örgütünün son 30 yıldır mevcut varlığı da aynı işlevi pek ala görüyordu. Duygusal ve hesaplaşma mantığı ile bakıyorlar. Bu anlaşılır.

Ama bu hassasiyete oynayarak siyaset değil, bunu anlatarak, çözüme ortak olarak siyaset yapmak lazım. Bu hem iktidar partisi hem diğerleri için geçerli. 'Apo'ya sayın dedin' demogojisi yaparak Başbakanı yıpratmaya çalışanlar, sürece balta vurmak istiyorlar.  Sekiz aydır ölümler durmuşken ve bu Abdullah Öcalan önderliğinde gerçekleşirken bu  söylemlerin amacı ne? Marjinal grupların örgütün ana gövdesinden kopuşu mu sağlansın istiyorlar?

CEMAAT-AK PARTİ GERİLİMİ

Fetullah Gülen Radyo Cihan'da son günlerde yayınlanan konuşmalarında, sürekli olarak birbirini anlamanın önemine değiniyor. Ortak hukuk kavramını kullandı. Uzlaşmadan bahsediyor. Marks'a atıf yapıyor. 12 Mart darbesinde acı çeken tüm kesimleri hatırlatarak çağrı yapıyor.

Yani, muhtemelen iktidara seslenirken Cemaat Ak Parti gerilmine iştahlananlara karşı; solculara da dostlukla sesleniyor gibi.


O günleri yeniden yaşarsak kaldıracak gücümüz yok diye dua ederek de bitiryor konuşmasını.*

Erdoğan'da dün Ülke TV'de yumuşak bir uslup kullandı.


TÜRKİYEDE KAMPLAŞMA SENARYOLARI

Bu arada Zaman'a konuşan CHP'nin eski lideri Baykal'ın da Türkiyede kamplaştırılma çabalarına vurgu yapması önemli. Baykal dünyayı yönetenlerin bunu tetiklediği yönünde görüş belirtiyor.

Tüm bu ortamda Ak Parti'nin anketlerde aldığı sonuçlara bakmak lazım. %40 ile 50 arasında bir oran olduğu belirtiliyor. Bakal'ın dünyayı yönetenler dediği odaklar halkın desteklediğini destekler genellikle. Bakalım yakın gelecekte neler izleyeceğiz.

Başbakan'ın 'Tahrir değil Rabia' sözü de merak edildi.

Rabia, Mısır'da darbe karşıtlarının toplandığı yer.


Hocaefendi'nin '12 Mart'lari bir daha kaldıramayız' diyerek Allah'a yalvardığı konuşması ile birleştiridğimizde ortaya nasıl bir tablo çıkıyor? 


Bir yerde Rabia olması demek darbe olması demektir. Rabia darbeye karşı olarak var. O nedenle ne darbe olsun ne Rabia. Ancak Türkiye'de Tahrir Gezi idi. Yani Gezi vardı. Bu inkar edilemez. Allah'a çok şükür ki Rabia olmadı. Katliamlar olmadı. Gerek kalmadı. Oldu da Saraçhane'de sembolik olarak Mısır için oldu. 

Mısır'da Tahrir'in muvaffak olmasını Rabianın kan ağlaması takip ettiği için, bu muvaffakiyet Tahrir'deki pek çok kişinin utancı oldu.



Darbecilerin yargılandığı bir Türkiye'de yeniden darbe endişesi duyuluyorsa, yeni hesaplaşmaların endişesi de var demektir.

Oysa bu bir hesaplaşma olmamalı. Buna dönüşmemeli ve öyle algılanmamalıydı. Bana göre bu, halkın iradesine ipotek koyanların cezalandırılması.



Bu sırada bu davalarda yaşanan hukukdışı durumlar kabul edilir değil. Ancak bu nedenle burada darbe ve katliam yapmak isteyenlere, iştahı kabaranlara bu ülke insanı geçit verir mi? Ergenekon davasında hukuk dışı kısımların varlığı, bugüne kadar Türkiye'ye kan kusturmuş bazı ittifakların temiz olduğu anlamına asla gelmez.

Gezi ruhu sadece  darbecilerden mi oluşuyor ? Ordaki herkez darbecilerin serbes kalmasını mı diliyor?

Belki bir kısmı Gezi'ye karşı hoşgörüsüzlük ve bir oranda acımasızlıklar nedeni ile öyle hissetmezken hisseder oldu.

Bu nedenle Erdoğan hükümetinin de, etkisi sık sık vurgulanan cemaat bürokrasisinin de (polis, vali vs) özgürlükler ve demokratik haklar konusundaki algısı  son derece önemli...

 Bu hassasiyetler gözetilirse Gezicilerin çoğunluğu dahil kimse Türkiye'de Rabia meydanları olsun istemez, katliam istemez...

Dış poltikamız nedeni ile bazı ülkelerin ekseninde konuşan birkaç kişi öylece kalakalır. Ancak bu noktada dış politikayı yeniden gözden geçirmek de önemli. Mısır'da olanları destekleyelim anlamı da çıkarmayalım bundan.

Bu ülkede hangi mezhepten olursa olsun, dindar laik herkes aynı gemide olduğunu bir gün anlar ama çok geç olur. Savaş ve kan istemek başkadır, hak aramak başka. Herkesimden insan birbirine düşman olurken vicdanına bir daha sormalı: Sahi biz neyi paylaşamıyoruz?





GAZETELERDEN KISA KISA

Sözcü'nün maşetinde Bekir Bozdağ'a hitaben ''Size Ne Gazetenin Attığı Manşetten'' diyor.

Bakan görüşünü söylesede sanki bir gazeteye neyi öne çıkaracağını söylemiş gibi de oldu. Dikkat edlmesi gerekir.


Yurt gazetesinin manşetinde de ''Hakimin Onur İntiharı''  başlığını görüyoruz. Doktor raporunda imza olmadığı gerekçesi ile disiplin cezası aldı. Hakimin tayt giydiği ve alkol kullandığı için fişlendiği ve bu gerekçe ile atamasının yapılmadığı iddiası sözkonusu. Hürriyet de bu haberi ilk sayfada küçük şekilde görmüş. HSYK üyesi bir kişinin hakime  nasıl yaşayacağına dair ayar vermeye kalktığı bilgisi var.


.....
* Bu konuşmayı 22 Ağustos'ta Herkülname kuşağında dinledim. Direkt olarak bu günlerde sözü edilen gerilime ithafen yapılmış olmayabilir. Çok eski konuşmaları olmadığını söyleyebilirim sadece.

21 Ağustos 2013 Çarşamba

ALİ İSMAİL,İSRAİL VE MISIR...


''DEVLETİMİZE YARDIM ETTİK''




Bugün Radikal'in manşeti...

Polise yardım edilir mi?

Edilir.

Ne zaman edilir?

Suçuna şahit olunan bir şahıs kaçıyorsa veya polisin canına kast eden varsa belki...

Ali İsmail Korkmaz olayında durum nedir?

Korkmaz'ın ölümünden tutuklanan dördüncü sivilin ifadesinden öğrenelim:

"Polis 'geleni yakalayın' diye bağırdı. Ayağına çelme takarak düşürdüm ancak vurmadım, fırındaki üç kişi vurdular. Bir süre yerde yattı. Polis öldürücü nitelikteki tekmeleri vurduktan sonra şahıs kaçtı."

Yani görülmüş bir suç ve kaçan bir suçlu yok. Umumi olarak ortamda izinsiz bir protesto veya benzer bir durum ve kaçanlar olsa dahi Ali İsmail; sadece bir "gelen".

Sivil polisin "geleni yakalayın" dediği belirtiliyor. Eli sopalı sivilin; polis olduğunu bilen "sivil" yardım vazifesi çıkarıyor.

Sonuç: Savunmada "devletimizin polisine yardım ettik" argümanı...

"Yardım ettiğimiz polise ve devletimize nasıl bir bedel ödettik bilemedik" diyor mudur içinden ?

Peki öldürmekten yargılama?

İfadesi doğruysa ve bunu ispatlarsa; kendisi çelme taktı düşürdü; fırıncı üç kişi dövdü, polis de öldürücü nitelikteki tekmeleri attı. Şahıs kaçtı...

Kim öldürdü Ali İsmail'i bu durumda? Çelme takan sadece çelme takmaktan mı yargılanır ceza kanununa göre? Diğerleri peki?

O çelme takılmasaydı; diğerleri "öldürücü nitelikteki" darbeleri vurabilecek miydi?

Kamu vicdanı ne der?

'Oraya gitmeseydi' diyenler olacak, 'hepsi ölümden sorumlu' diyenler olacak, 'polis görevini yaptı' diyenler olacak. Hepsi olacak...

.........

''KADINLARI ÖRTEN İHVAN DEMOKRATİK OLAMAZ''

Öncelikle;

Biri; Fransız düşünür-yazar Henri Levy’ye, kadınları zorla örten ve açanların aynı ölçüde demokrasiden uzak olduğunu öğretsin... Örtünmek, kadının iradesi ile yapılan bir eylem ise  bunu anlamak istememek, kendi kadını soyunuk görmek istediği veya siyaseten öyle inanmak istediği için bunun tercih olduğunu görmezden saymak da bir zorbalıktır.

Dediği gibi kadınları zorla kapatanlar elbette demokratik olamazlar. Din ise dogmatiktir ve kadın veya erkek 'insanlar'' ona gönülleri varsa uyarlar. Bunu böyle anlatmayıp dini oyuncak eden Müslüman erkek egemen zihniyet; bugün Henry'nin bu bağnaz görmezden gelebilmesinde güçlü bir enstrüman olmuştur.

 

Peki ''Mısır’da olanların ardında İsrail var'' denilir mi denilmez mi?


Mısır'da seçimlerden hemen önce kendisine sorulan 'Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmemesi için askeri rejim teşvik edilir mi, demokratik tercihe tepki ne olur'' sorusuna cevap veren Bernard Henri; demokrasinin seçimden ibaret olmadığını söylüyor. Hitler örneğini vererek ''demokratik darbe'' tanımını yapıyor.

Ayrıca Mısır'da Müslüman Kardeşler’i, en iyi organize olmuş ve çoğunlukla muhalefetsiz seçilecek bir yapı olarak öngörmediğini de belirtiyor. Yani ‘darbeye gerek kalmadan halkın tepkisi ile bu iş biter’ tahmininde bulunuyor.

 

Bunların hepsi tamam olsa da; İhavn’ın demokratik olmayışını; bağlaya bağlaya kadınları örtmeye bağlayınca… Demokrasi ve tercihlere saygı anlayışından insan şüphe ediveriyor işte.

 

Aslında bu sözü ile pek çok kadın Yahudi’ye de hakaret ediyor. Peruk takan veya saçları görünmesin diye kazıtan Yahudi kadınlara...

Veya bu sözün muhatabı, onları örten erkekleridir belki. Musa bilir ama ya bu davranış kendi tercihleri ise o Yahudi kadınların?

Her ne olursa olsun, Henry bu günleri öngörerek İhvan'ın seçilmesine tahammül olmayacağını belirtti ve bu sırada orada bulunan İsrail Adalet Bakanı Livni de bu yaklaşıma; kafasını sallayarak onay veren bir vücut dili kullandı.

 

Peki Türkiye Başbakanı ''bunun ardında kim var: İsrail'' diyebilir mi? Buna da bu vücut dilini delil gösterebilir mi?

 

Suudi Arabistan'ın; 'ABD ve Batı'dan yardım gelmezse biz buradayız' mealindeki açıklaması unutulup bu denilir mi?

Filistinli bir arkadaşımın ve annesinin şu sözünü hep hatırlarım: Müslümanın Müslümana yaptığını bize İsrail yapmıyor...

Bunu da yine kamu vicdanına bırakalım...

BİR HABER

Savcı: Nevin Kafasını kestiği Nurettin'le Üç Yıldir Birlikteydi

Savcılık müebbetle yargılanan N.Y'nin "seni seviyorum" "canım" gibi SMS’ler atmasını"gönüllü ilişki'' var şeklinde yormuş.

Hakimin takdir yetkisi; bu mesajlardan tecavüzün gönüllü olduğu yorumunu yapacak genişlikte midir? Göreceğiz...