28 Aralık 2013 Cumartesi

Malvarlığı Sınavı ve Çiller

1994 yılında Cindoruk Meclis başkanı...
Dönemin başbakanı Çiller ile ilgili malvarlığına dair ANAP'ın verdiği araştırma önergesi için Meclis'i olağanüstü toplantıya çağırıyor...
Çiller o dönem yaptığı konuşmasında"Mücadelemizi yaparken bir dizi çıkar grubunun ayağına basıyoruz" diyor. "Bir dizi çıkar grubunun çıkarlarının kapılarını yüzlerine kapatıyoruz. Çamur atmaya kalkışıyorlar...Çıkar gruplarının sesi varmış, bu boruyu öttürürmüş, öttürsünler" diyor...
Çiller'in bu salvoya ilk tepkisinin Banker Bilo ile ilgili yolsuzluk haberlerinin medyada çıkan hali ile derlenmesini istemek olduğunu aktarıyor dönemin Başbakanlık müşavirlerinden Mehmet Bican... 
Terör ile Sınanmak isimli kitapta ilgili bölümü okuyorum. Bican, Çiller'in Cindoruk'a dair  son onbeş yıla yönelik tarama talimatı verdiğini aktarıyor.

'Milli gelir 230 milyardan 800 milyar dolara ulaştı' diyen Başbakan Erdoğan'ın açıklamaları ise Çiller'in o günki açıklamalarına paralel. Çiller'de ekonomik mücadelesinin rahatsızlık yarattığını söylüyordu. Erdoğan cuma Sakarya'da 'İMF'ye borç 23,5 milyar dolardı, 14 Mayıs'ta bitirdik, Yeni Türkiye bu' diyor...

'İhracat 36 milyar dolardı şimdi 152 milyara ulaştı' diyor. 'Bu hazmedilemiyor' diyor. Ak Parti'ye güvenlerini koşulsuz dile getirenlerin bazıları devede kulak diyorlar...  Yapılan hizmetler nedeni ile razı olduklarını söylüyorlar. Kimileri ise yoksullukla mücadelede yaşanan zaafa dikkat çekiyor. Elbette bunun kararını sandıkta millet verir. Razı olanlar desteğini sürdürür, olmayan aklı bulanan oyunu ona göre kullanır. Başbakan'ın 'ancak sandıkla gideriz' demesi normal. Buna 'o zaman da gitmeseydin bari' diyenler konuyu başka yere çekenler.

Başbakan 'yolsuzluk yapan bir iktidar buralara gelebilir mi' diyor. 'Bu tezgah' diyor. Çiller gibi medyadan dem vuruyor. Medyanın güç savaşlarında, halkın haber alma hakkını düşünmekten ziyade patron ve bazı güç odakları lehine haber yapmasına yabancı değiliz. Yine de etik olarak bakıldığında, fazla idealistçe de kaçsa, 'Medyaya sızdırmak olmaz' diyenlere burada bişeyi hatırlatmak isterim. Adil yargılamaya engel olmak isteyen bir gücün insiyatif kullanması durumunda medya kamu lehine elbette devreye girebilir. Aynı şekilde yargı içinde ve emniyet hiyerarşisinde uygunsuz yasadışı emir komuta ile işleyen, kararlar alan bir yapı varsa bunun da medyaya servis edilmesi halkın lehinedir. Vakti zamanında bunları yazanların başına gelenlere onay veren irade sorgulanıyor şu anda...Prensipler temiz yürüyen işlerde var olabilir. Ve eşit şekilde var olmalıdır.

1994'e dönersek, Çiller teröre karşı alınan önlemlere atıf ile cevap veriyordu  malvarlığı soruşturması döneminde sorulara. Döneminde faili meçhuller çoktu. Mücadelesi cesur görünse de uzun vadede sorun büyüdü. Güneydoğu'nun düşmanlığı arttı. Hukuk adeta yoktu o bölgede. İnsanlar yakınlarına ne olduğunu soramadılar. Başbakan Erdoğan ise gerçekten şehit haberlerinin gelmediği olgusunu ortaya koyabiliyor. Uludere gibi yanıltıcı olaylar olsa da genelde düşmanlık politikaları bitti. Bu konuların yeterince üstüne gidilemediği kanısı var. Bazı konularda sorumluların bulunamaması sorgulandı. Bunların değerlendirmesini halk yapacaktır. 

Erdoğan Çiller gibi karşı odakların yolsuzluk taramasını isteyecek mi bilmiyoruz. İstese de örgüt diye nitelediği yapının değil seçimde karşısında yer alacağı öngörülen koalisyonda yer alacak isimler adına çalışması gerekecek. 
Ak Parti İstanbul il kadın kolları başkanı Avukat Özlem Zengin'in Perşembe akşamı Kadıköy İmam Hatip Lisesi Mezunlar Derneği programındaki konuşmasını aktararak parti içi ve dışı nabızla bitirelim yazıyı. Zengin, teşkilatçı ve kitlelerin siyasi alana taşınmasından medya birim başkanlığına kadar pekçok görevi üstelenmiş biri. Atmosferden duygulanması nedeni sile sesi titreyerek yaptığı konuşmada Ak Parti miting meydanlarına servislerle giden ( belkide cebinde yol parası olmadan desteğe koşan) insanların haklarının yenmesine kimsenin razı olmayacağını söylüyor. Ancak bunun kirli bir oyun olduğuna olan inancını şiddetle dile getiriyor. 
Cemaate yakın kesimlerin bir kısmı yolsuzluk operasyonunu saldırı olarak görmüyor. Ciddi şekilde iktidarın gitmesini istiyorlar. Bazı üst düzey yakınları olan arkadaşlardan edindiğim izlenim ise, darbecilere, dini özgürlük düşmanlarına sevinmeleri için fırsat verdiği için cemaate kırgın oldukları yönünde. 
Bugüne kadar siyasal İslam'ın sivrilmesine mani olan ve bizi yönetmek isteyenlerin;  bu ülkede kazananın ancak islamcılar veya islamcı koalisyonlar olduğunu görenlerin,  yönetebileceği, dengeleyebileceği iki güç görmek istediği olasılığı baştan beri mümkün diyeni dahi duydum.
CHP'nin cemaate yıllarca hakeret ettiğîni hatırlatan Erdoğan'ın hatırlatmasına gerek kalmadan hafızaları farklı bir koalisyona kaymalarına mani gibi görünüyor. CHP dindarlaştırılarak ve ülke istikrarsızlaştırılarak rüzgarın başka akımı sağlanacak mı? 

İster  AB ile ilişkiler açısından olsun ister ülke istikrarı adına olsun; yolsuzluk ve şeffaflık ile ilgili platformlar konusunda yeni bir vizyon gerektiği kesin. Başbakan'ın uluslararası bağlantılı komplo teorileri doğruysa dahi, bu ülkede sivil iradenin,  belli yere geldiğini iddia ettiği kesimlere karşı tek silahı şeffaflık olacak.  Hukuk olacak.

28 Kasım 2013 Perşembe

Sevdiklerinizi ölmeden sevin...


Sevdiklerinizi ölmeden sevin...
Dedemin gusulhanede nakil aracından indireceğimiz sırada tabutuna omuz veren aile; cenazesini bayrağa sarmıştı... taş gibiydiler, gururluydular. askerdi belki kaybettikleri yakınları. 

ne yapacağım dedim şimdi...Tabutu  bayrağa sarmak  veya ayete sarmak... Bu kararı nasıl veririz, bayrak da Onun için önemliydi ayet de... birini seçmek ise benim için zordu, ancak ayet öbür tarafa göçen bir müslüman için daha önemli olsa gerek dedim ve ayetli örtüye karar verdik... Bayrak daha dünyevi dedim.

O bayraklı cenazenin yakınları dedeme omuz verdi gusulhane sırasına tabutu yerleştirirken...Allah onlardan razı olsun. Zira hastaneden iki dirhem bir çekirdek giyinmiş morg görevlileri dedemi arabaya yerleştirmiş ve bize pek  ihtiyaç kalmamıştı ama erkek kardeşim ile hastaneden yani Bağcılar'dan Karacaahmet'e gusulhaneye yaptığımız yolculukta yalnızdık. Cenazeyi ikimiz almıştık. Nakil arabasından gusul sırasına inecekti. Allah rızası için mevtaya bir omuz verelim denilince buz gibi gerçek çarptı yine yüzüme.
Cenaze sahibi olmak insanı olgunlaştırıyor, nakil aracını takip ederken trafik hiç sinirimi bozmadı. İnsanlar trafikte, ölüye ve nakil aracına ambulansa gösterdiklerinden  daha fazla saygı gösteriyor. Yol veriyorlar, takip etmene izin veriyorlar. 
Cenazemiz yıkandı. Bekleme yerine alındı. Araçlar geldi; namazın kılınacağı camilere götürülmek üzre yola çıktı sırası ile bekleyen cenazeler. Herşey seriydi. Cenaze işlerini yürütenlerden Allah razı olsun. Hepsi herkese yardımcı. İmam hükümeti olmak iyi bişey dedim... Öyle adlandırarak aşağılamaya yeltenenlere nazire...Ölüm yani son yolculuk ise fevkalade önemli. Çünkü yılları paylaştığınız yakınlarınız ile son anlarınız.
Hastaneye dönmek istemiyorum. Kızımla dedesini-dedemi sık sık ziyarete gittiğimiz o yoğun bakıma... Dedenin iki aydan fazla kaldığı köşesine. Önceki gün, dün mü yoksa. Vallahi dün.... Ziyarete gittik. Bir gün önce ağırlaştı demişlerdi ama iki ay içinde zaman zaman uyukluyordu zaten. Bir gittik ki, her zaman başka hastalara yapılan "müdahale var bir hastaya, alamayız, bekleyin" açıklaması bizim hasta için yapıldı. Anladım hemen. Dedecik gidiyordu. Kızımla kalakaldım. Tek istediğim o anda görmekti dedemi. Ölmeden yani. Doktorlar için bu imkansızdı. Yalvardım. Görevliler kalp masajı yapılıyor dediler. Hastane yetkilisini aradım. Ne olur göreyim diyecektim. Ama içerden gelmeyen cevabı o söyledi. Dednizi kaybettik dedi. Ne kolay söyleyiverdi.
Muhteşem insan üstü bir supervisor beni bir odaya almak istedi, dedemi hazırlayınca göstereceklerini söyledi. Çok özel bir insan... Bütün hastabakıcılar, yoğunbakım süresince bikaçkez denk geldiklerim, bazısı üzgün, kimi gözlerini kaçırıyor... Ama o doktor var ya o acil umzmanı mı ne... Dedemi yaşatmaya çalışan belki de... Onu hiç sevemeyeceğim işte. Zaten 94 yaşında bir adam ve genel durumu kötü. Bişey yapamadığı için değil belki...Bana dedemi son anda göstermediği için de değil. "Ölmesi normaldi" düşüncesini bana hissettirdi. Belki kabullenebileyim diye. Kabul edilmeyecek bişey de değil. Sevmedim işte. kurtaramadı dedeciğimi diye sanırım. Belki de ne dese batacaktı... 100 yaşında da olsa ben ona haftada bir de gitsem ... 
Son olarak 3-4 gün önce görmüştüm. Bilinci yerindeydi. Yerinde olması için çabası vardı. 
Doktora nöbeti aldığında nasıl olduğunu sordum. Bilmiyordu. Kahroldum. Kalbi kasılmadı dedi. Bu kimsenin suçu değildi ama işte o doktoru hiç sevemiyeceğim ben...dedemin nasıl göçtüğünü öğrenememek de ayrı kahır... Kimseyi arayıp haber vermek istemiyordum. Yüzleşmesem değişir gibi... Eve getirmek istedim ama insanlar yıkanmadan görecek diye vazgeçtim. Hemen gelir miydi herkes yoksa onunla sabaha kadar kalır mıydım bilemedim. Morga aldık. Sonra en yakınların listesini aradık hastanede. Yanıma dedemin çok yakın bir arkadaşı eşi ile ve benim erkek kardeşim gelmişti.

Derken bugün işte dedemizle  hastaneden yola çıktık. Yolda nakil arabasını takip ederken  başsağılığı için  ilk olarak İlhan Kesici aradı. Başsağlığı diledi. Buz gibi oldum yine. Konuşamadım. Parlementerler birliğinin duyurusundan haberi olmuş sanırım. Telefonumu yeni değiştirmiştim. Yakın bikaç arkadaşım hariç kimsede yoktu. Hastaneden buldular herhalde dedim... İyiki de çalmadı telefon çok. Her özel günümde kızımın doğum günü veya benzer günlerimde genelde yanımda olan dostlarım biryerlerinden katıldılar bu sürece. Defalarca sınadığım bu dostlarım bu sefer ya gelmezse diye korkuyordum. Şimdi olmasalar kırılacaktım. 

Dede yıkandı, aldık camiye getirdik. Görünce sevindiklerim oldu. Evin yakınlarındaydık. Bu iyiydi.Ama musallaya da yakıştıramadım dedemi. Bakamadım. Herkes içerde ikindiyi kılarken cenaze namazı öncesi, kızdım onlara dedem dışarıda kaldı diye. Sonra çıktılar. Arabalara bindik. Defin yerine... Çekmeköy'e... indirdik tabutu arabadan...Tabutundan o çukurun içine bırakıverdi iki erkek torunu. Ağabeyim ve kardeşim... Öylece gitti. Baktım dayanamadım sonra. 

Ama en zoru bu işler bitip eve dönmekti. Hazırlıklar yetişmedi, yemeklerin bazıları az geldi.dün akşamdan bu akşama koşturdum dedemi yerine güzelce teslim ettik ama misafirleri bu ilk akşam istediğim gibi ağırlayamamak kahretti bu sefer. Yarın ki okumada diyenlere sitem ettim. Uzun oturanlar gitsin yakınlarla kalalım istedim bir ara.

Ölüm hak... Dedeciğin bedeni Çekmeköy'de.

İşte ben beni arayan, bulan, bulamayan, cenazemize omuz veren, Kuran okuyan herkese teşekkür ediyorum. 
Hiç duymadığım meşhur bir hoca geldi kabristana. Niyetliymiş. Un helvasından paketledim yanına verdim. Yanında genç hafızlar vardı. Geleceğin samimi gerçek din insanları. Dünyadan değil bu çocuklar. İnşallah hep temiz kalırlar... Allah onlardan razı olsun. Okudular. 
Mahalle camiimizin hocasından Allah razı olsun. Dedem ile bir hukuku vardı. Namazını da o kıldırdı. Akşam evimizde Kuran'ı Kerimi de o okudu.

Ama ben ençok dedeye gusulhane de omuz veren o Türkiye bayraklı cenazenin sahiplerine teşekkür etmek istedim. En çaresizken orada olan o yabancılara.

Namaza teşrif eden herkesten Allah razı olsun. Gelip başın sağolsun diyen herkesten. Camiiden define kadar gelen tüm arkadaşlarından da... Ne kadar önemliymiş oralarda birkaç kişi olması.
Şu an evde heşey durmuş gibi. Kızım uyudu. Zaman donmuş gibi. Sadece bugün yanımda olanlar gerçek. Başka herşey yalan. Gülümseyen beni anladığını ifade en supervisora nasıl teşekkür etsem? Hastaneye çiçek göndererek mi? Ya o doktor?... Pişkin demek istiyorum ona... Kızıyorum.

Dedemin kurutemizleme yaptırılmış iki askıda gömleği bir de çantası vardı. Eşyaları... Hastaneden verdiler. Arabamdan indirmedim. Dolabıma asmak daha da mazi yapar diye... Ne çok seviyormuşum aslında. Çantaları ile kalakalmak ne kötü. Hemen alt katında oturuyordum.bi süredir uzaktaydı. Hastane eve uzaktı. O yüzden bu ev batmıyor çok. Üst katta onun evinde Yalova'dan gelen kızı yani halam var şu an. Babaannem yani eşi de hastanede yatıyor... Cenazeye çıkmamak için ikna ettim onu. Ambulansla taşımayalım seni, sen onun yadigarısın, bize lazımsın dedim... Babam yurtdışında. Gelemedi...Zaten babası ile "babam ve oğlum" filmindeki ilişki türevinde bir durumları vardı. Ben, annemin beni 38 yaşında dünyaya getirerek birer sene ara ile iki kardeş yapması ve  en küçük kardeşimin erken doğumu nedeni ile bi süreliğine 2,5 yaşında hayatlarına girdiğim ve uzun süre kaldığım dedeciğimi bugün ebediyete uğurladım, yüzü rahatlamış gibiydi. İnşallah kabirdeki bu ilk gecesi, bu perşmebe gecesi iyi geçer. Komşuları ile tanışmıştır bile belki kim bilir... 
 
Kızımla yapayalnız kalmış gibiyim... Ne garip. Daha birçok yakınım var oysa. Ama bu ilk kaybım hayatta... Sevdiklerinizi ölmeden sevin emi...

31 Ekim 2013 Perşembe

Gezi, şiddet ve türban...

Star'da bir haber:

Paşaya Şiddet Sorusu başlığını taşıyor...

''28 Şubat'ta şiddet kullanılmadı'' diyen Genelkurmay harekat daire başkanı paşaya yönelik soruyu aktarıyor. 28 Şubat yargılamasına katılan Cumhuriyet savcısı Kemal Çetin, paşaya bu savunmasının üstüne ''gerekirse silah kullanırız'' manşetini sormuş.

Bu açıklama direkt olarak şiddet kullanmak demek değil ...

Şiddete başvurmadan, şiddeti metod olarak benimsememiş bir kesimin; hak ve özgürlük mücadelesinin, bu tehdit ile engellendiği bir gerçek. Bu psikolojik şiddet.

Bugün Gezi olaylarından örnek verelim.

Gezi'ye AVM yapılmasın diyenlere, ilk sabah müdahalesi ile şiddet uygulanmıştı. Elbette park yapılması kararı ile bireysel hak ve özgürlüklere mani olmak aynı şey değil.

Şahsen Gezi'de AVM olmasını istemeyen biri olarak, 28 Şubat döneminde yapılanlardansa; Gezi'ye park yapılmasını sineye çekebilirim. Ve her koşulda 'park yapılmasın' diyenlere şiddet uygulamaya karşı çıkarım.

'Park yapılmasın' diyenleri kendine zemin yapıp ortamı şiddete boğan sözde demokrasi taliplilerine de karşı çıkarım.

'Gerekirse silah kullanırız' manşeti ise gazetecilik açısından doğrudur. Paşaların yaptığı açıklamayı aynen olduğu gibi göstermek bir editöryel tercihtir ve bunun arka planına niyet isnat etmek doğru olmaz.
Elbette bu başlığı atarken birileri demokratik yollarla seçilmiş iktidarın korkmasını istemiş olabilir. Birileri, sakallılar başbakanlıkta iftara geldi diye buna dayanamamış, hazmedememiş olabilir. Bunlar nedeni ile gazeteci arkadaşlar bu tehdidi manşete taşırken 'korksunlar' psikolojisinde ve arzusunda olabilir. Bunlar olmasa daha temiz gazetecilik yapılr. Ancak bu duyguların eseri ile de atılmış olsa, kimse bu manşete direkt vuramaz.

Bu lafın edilmesine gelince, ordu, hükümet velhasıl yönetici irade, demokratik taleplere, şiddete başvurmadan ifade edildiği halde tahammül edemeyip ''silah kullanırız'' tehdidinde bulunuyorsa, evet bu psikolojik şiddettir, şantajdır.

Park istemiyoruz diyene şiddet uygulamak da demokratik değildir.

Şiddet uygulayan teröriste veya demokratik talep soslu kaos çıkarma peşindeki kişilere bu tehdit yapılabilir.

Oturun gerisini siz düşünün. Hangisi nereye uyuyor.

Özel Uyarıyor mu?

Milliyet'te Genelkurmay Başkanı'nın açıklamalarını aktaran haber dikkat çekiyor... Özel'in TSK ile ilişkili yargılamalarda yaş ile kurunun yansımasının disiplin zincirini bozduğu uyarısı vurgulanmış. Bu önemli.

Madem Türban siyasi olarak kullanılıyor...

Eğitim-Sen'den ilginç bir açıklama...
Madem bu ülkede türban kimseyi rahatsız etmiyor, sadece siyasal İslam rahatsız ediyor...

O halde neden hala türban sizi rahatsız ediyor. Rahat bırakın, destek olun ve kullanılmasına müsade etmeyin.
Eğer gerçekten bu ülkede türban sorunu, iddia edenlerin ifadesi ile, hükümetin faşizan politikalarını örten bir hak mücadelesi görünümünde bir silah, o zaman neden bu mücadeleye siz de destek vermiyorsunuz?

Bunun tek cevabı, türban karşıtı zihniyetin, sadece siyasal islam'a değil türbana, dinle ilgili bu simgeye direk alerji duymasıdır.
Türbanlı kadınlar bir yere gelmese, Ak Parti kendine yakın erkek kadrolar bulmakta mı zorlanacak. Sadece kadınlar mı Ak Partili bu ülkede. Erkekleri engellemeye çengel bulamadığınız yerde bu kadın düşmanlığının nedeni ne? Bu kadrolar sadece Ak Parti ile ilişkili diye korkuyorsanız eğer, emin olun yeterince Ak Parti'li erkek var.

22 Ekim 2013 Salı

'Mayomu açık buldular'


 

 

Fatsa Belediye Havuzunda mayo krizi ve habercilik...

Alacağım tepkileri elbette düşünüyor ve yazılarıma; okuyan her kesimi ve olayların her açısını adil şekilde temsil etmesi için dikkatle son şeklini veriyorum.

Bu suya sabuna dokunmamak değil.

Kutuplaşmanın, taraf olmanın; adil olmayı giderek gözden düşürmeye çalıştığı şu ortamda öyle görenler olabiliyor.

Bazen yazacağım şeyi araştırırken edindiğim ilk fikrin doğru olmayabileceğini görüp çeşitli teyitler ile vardığım sonucu sizler ile paylaşıyorum.

Bu yazıyı yazarken ne diyeceğimi çok iyi biliyordum. Fikrim ve tepkim netti ve o tepkiyi vermeyi planlıyordum.

Bu sefer; yaşadığım süzgeçten geçirme dönemini de yazacağım.

Sözcü gazetesinde bir haber çıktı. Ordu'da bir belediye havuzunda, 67 yaşındaki bir kadına mayo ile yüzemezsiniz denilmiş…

‘Belediye haşemalılar için havuz açtıysa; eşit şekilde vergi aldığı mayolular için de bir havuz yapmalıdır’ demeye hazırlanıyordum…

‘Bu seçimi sunmadan mayo ile gelen hanımefendiye ‘senin mayon açık’ demek bu toplumun gerçeklerini görmezden gelmek demektir’ demeye hazırlanıyordum…

‘Mayolu veya kendi zihnindeki ifade ile çıplak görmek istemeyenler için perde; gözlerdedir’ demeye hazırlanıyordum…

Haber yazıldığı gibi ise ben bu olaya tepki gösteririm. Ancak Fatsa Belediyesi ‘mayo ile yüzemezsiniz’ ifadesinin gerçek olmadığını ifade ediyor.

İnkar ediyorlar’ diyebilirsiniz…

Ancak tam tersi havuza mayo ile girmeyi kabul ettiren bir havuz sözleşmeleriolduğunu belirtiyorlar. Hanımefendinin yakınlarının imzaladığı sözleşme örneğinde; havuza mayo ile girileceğine dair madde de yer alıyor. Mayo ile havuza sokmayacak, mayoya açık diyecek bir yönetim neden böyle bir sözleşme imzalatsın?

Belediyenin yaptığı açıklamadan özetle:

‘’Havuza atlet ve iç çamaşırı ile girmek yasak, mayo, bikini, haşema ve şortla girmek serbesttir. Bu konuda gerekli uyarılar tüm havuza girenlere yapılmaktadır. Milletvekili eşi olmak havuza atlet ile girme serbestliği vermez’’

Neşe Sanioğlu 18. dönem Anavatan Partisi milletvekillerinden birinin eşi.

Yetkililer, onun iç çamaşırı ile havuza girmek istediğinde ısrarcı. Hanımefendinin mayo ile iç çamaşırı yani atlet arasındaki farkı bilmemesi imkansız. Havuz yetkililerinin de. Ancak bu tali konu…

Kadınlar gününde havuza gelen bir hanımın mayosundan veya sözde çıplaklığından kimsenin rahatsız olacağınısanmıyorum. Yani orada erkek yok ki bu hanımefendiye mayonuz açık denilmiş olsun. Haberde hanımefendinin ‘mayomu açık buldular’ dediği aktarılıyor. Bu haber de bir mantık hatası var.

Ancak böyle bir şeyi okuyunca ben de sinirleniyorum. Endişeleniyorum. Yarın öbür gün bir turizm tesisinde, özel teşebbüste deniz kenarında haşema ile yüzen bir kadına, başka birisi ‘bu mayo değil’ demekte haklı olmayacak tabii ki.

Ama olay eğer gerçek değilse ve bu şekilde kurgulandıysa, bu haberler ile toplum kutuplaştırılmak isteniyor.

'Bu hanımefendiye bu yapıldıysa; bizde başkalarına benzerini yapalım 'psikolojisine zemin açılıyor.

Böyle ayrımcılık yapılıyorsa yapanlara; yapılmıyorsa bunu malzeme etmeye çalışanlara lanet ediyorum. Çekin ellerinizi, dillerinizi kadınların elbiselerinden. Siz kendi pis nefislerinize bakın. Kadınlar da; giyimleri üzerinden mücadele etmek zorunda kalırlarsa, bunu herkesin eşit olduğunu unutmadan yapsınlar.

Tesettürlü Rihanna'yı ben sevdim...

Politik bir konu değil bu.

Tesettür ve kadın çekiciliği meselesi.

Tesettür uygulamaya çalışmasam belki daha kolay yazardım. Görüşlerimin kendimle iliştirilebileceği, şahsileşebileceği bir alan olması ayrı bir talihsizlik oluyor böyle durumlarda.

Yine de Amerikalı popstar Rihanna'nın Birleşik Arap Emirliklerinde camide çekilen pozları konusunda yazmaya karar verdim.


İngiliz basınında fotoğraflar muhafazakar ve baştan ayağa kapalı olarak tarif edildi…

Aslında bu pozlar, görünce yazacağım bir konu dahi değildi. Ancak yapılan yorumların ve pozların Türk basınında verilirken gösterildiğini gördüğüm, sözde hassas dili fark edince; kalemi elime almak zorunda kaldım.

Abu Dabi’deki 40 bin kişinin ibadet yapabildiği Büyük Şeyh Zayid camiinde moda çekimi benzeri pozlar veren Rihanna; hayranları tarafından da eleştirildi. Çekim için izni olmayan Rihanna’nın camiinin içine de girmediği sadece mekanı kullandığı anlaşılıyor.

Tüm bu tartışmalar buralara daha farklı yansıdı.

Rihanna’nın ki başörtüymüş ama tesettür değilmiş.

Biz bu gerçeğin benzer ifadelerini çok duyduk. Tesettürle dinle alakası olmayan nice laik teyzeden de; takvalı amcalardan da duyduk bu sözleri.

Başını örtmüş bilmem neresini açmış’ diyenleri de duyduk.

Şortla gezene 'burası plaj değil’ diye çemkireni de duyduk.

Okurken ikisine de ‘haklılar’ diyenlerinizi de duyuyorum diyebilirim…

Ancak hangi hakla kim kime neyin nasıl yapılacağını söylüyor bakalım...

Din adına doğruyu söyleme hakkı ile değil mi? Eyvallah…

Örtüyorsan daha çok dikkat et diyorlar…

Yani o kadın başını örttü diye senin ona daha sert yorum yapma hakkın nerden geliveriyor anında? Bu onun Allah’a karşı sorumluluğu. Kapananlar kadar, açık Müslüman kadınların da yükümlülükleri aynı. Örtülüyü incitmek neden her zaman daha kolay? Birilerine örtün derken gösterilmesi gereken hassasiyeti örtülüleri uyarırken neden gösteremiyor bazıları?

İyi niyet ile dini uygulamaya çalışana yapılan, emri maruf ile; bu çemkirmelerin üslubu arasındaki farkı bilecek durumdayım hamdolsun. Kastım, doğruyu, İslami şekilde kibarca anlatanlar değil.

Nefsin ağır bastığı had bildirme hevesi kokan bir hava var bu ifadelerin çoğunda... Belki kendileri ile yaşadıkları başkaca sorunlar…

Merve Kavakçı'ya 'şu kadına haddini bildirin' diyenlerin üslubu ile aynı bu sözde tesettür gurularının dili.

Siyah tulum tesettüre aykırı mı?

Tesettürün dört dörtlük olanı makbul tabi ki. Ancak dinde hepsini yapamayanın elinden geleni yapmayı bırakmaması da son derece önemli bir prensip. Yamyamca ‘bu değil’ demeden önce karşıdaki kadının öncelikle başka bir dine mensup bir insan olarak siyah bir tulum ile her yerini kapattığını hatırlayın...

İslami açıdan Allah indinde şu anda bu kadının tek ve öncelikli yükümlülüğü iman etmek. İbadet mekanını çekim için kullanmış olsa ve camiyi ziyaret etmemiş olsa dahi görece giyinik, kapalı Rihanna’yı ben sevdim.

Örtü kadını daha çekici mi yapar yoksa Rihanna olduğu için mi? Biraz daha örtülü olmak Rihanna'yı kesinlikle daha hoş yapmış... Tam tesettür olsa, bir abaye ile başörtülü poz verse de; Rihanna'ya hala ‘taş’ diyecek arkadaşlar olurdu.

Çünkü kadının verdiği pozlar artistik ve kadınsı. Belki estetik…

Bu başka bir şey. Giyim başka bir şey.

Bu eleştirileri görünce iki ayrı bekar beyefendiden görüş aldım. Biri gayet muhafazakar, beş vakit namazında, tesettür ölçülerinin idrakinde bir arkadaş.

Diğeri hanım arkadaşlar ile ilgili, estetiğe meraklı bir mesai arkadaşımız.

İlki bu kıyafetler tesettüre uygun değil dedi. Ancak Rihanna'nın rutin giyim tarzına göre çıplaklık veya teşhircilik olmadığını ifade etti. Kadınsı pozlar olduğu için kıyafet ile ilgili net yorum yapamayacağını, ayırt edemediğini söyledi.

Diğer arkadaş da aynı şekilde düşünüyor.

Fotoğrafı gösterdiğimde; Rihanna olduğunu anlamadığı halde kadının genel duruşunun hoş göründüğünü belirtti. Rihanna olduğunu anlayınca, Rihanna'yı hiç beğenmediğini bu fotoğraftaki kadının ise çok daha hoş olduğunu söyleyerek şaşkınlığını ifade etti.

Örtü Allah'ın emri.

İslamiyette örtü dışında; kırıtarak konuşma, yabancı erkeklere zinet denilen şeyleri gösterme gibi aşırı süse karşı hassasiyeti vurgulayan tavsiyelerde mevcut.

Ancak bunlar örtünme konusu ile bağdaştırılarak eleştirilecek işler değil. Kadına bunları yapma derken, yapıyorsan açıl demeye gerek yok. Ona dinen başka bir yanlışa gitmeyi önermek kimin haddine? Allah öyle bir şey tavsiye ediyor mu? ‘Bunu yapamayanlar hiç yapmasın, dini simgeyi taşıyamayanlar hepten uzaklaşsın’ mı denilmiş bir yerde? Örtünmeyi tercih etmiş kadınlar uyarılırken; bunları yapacaksan başını aç denmesi, sapla samanı karıştırmaktır.

Kadın eşi dışındaki kişiler için özenli ve temiz olmak dışında dikkat çekmeye çalışmamalıdır.

Ama artık bunları örtüye bağlamak, sözde örtüyü koruma hassasiyetini tartmak lazım. Bu bireysel bir olay ve herkesin sorumluluğu Allah'a karşı. Kimse kimsenin örtüsünden sorumlu değil.

 

 

 

 

 

 

19 Ekim 2013 Cumartesi

'Fidan’a suikast' ve Suriye meselesi


Türkiye Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) başındaki isim Hakan Fidan’a olası bir suikastı gündeme getiren makale , ince ayar mı, mesaj mı, basit bir öngörü mü? Yoksa bazı çevreler adına yazanın dileği mi?

Amerika’da haftalık olarak yayınlanan Jewish Press’de bir makalede gündeme getirilmiş bu ‘olasılık’, ‘hakediş' ifadesi ile dillendirildi.

Ne kadar ciddiye alınmalı ve Türkiye’den yayınlanan,  Fetullah Gülen cemaati bağlantılı görülen günlük İngilizce gazete Todays Zaman bu makaleyi haberleştirerek, olası bir ince ayara ne kadar aracılık etmiş sayılır, bunlar tartışılır.
Ancak Fidan hakkında, Wall Street journal ve Washington Post gibi büyük Amerikan gazetelerinde yer alan analizlerden hemen sonra geldiği için, dar kapsamlı bir kaynakta yer almış olsada; böyle bir makaleyi görmek gazetecilik midir konuşabilmeliyiz.

Medya operasyonları ile istihbarat savaşlarının yürüdüğü bir dünyadayız. Dünya çok uzun süredir gizli diplomaside basını kullanıyor.

Dünyayı yöneten güçler için  elbette medya etkili bir silah. Medya bazen mesajlara aracılık ederek, bazen birşeyleri saklama, yer vermeme opsiyonunu kullanarak, bazen de sadece olanı göstererek bazı güçlere hizmet vermiş oluyor. İsteyerek veya istemeyerek...

Ve diğer taraftan; elbette gazetecilik sadece bunlar için yok.

Hangi haberde bu ilişkileri yönetmek için yönlendirme var, nerede editöryel seçim ile bir konuya yer veriliyor her zaman anlamak mümkün değil. Ancak  bir gerçeği fotoğraflamak sözkonusu olduğu sürece 'ölçüye uygun değil' demek zor. Sadece ilgili bağlantıları analiz edip başka bir karşı  fotoğraf ortaya koymak mümkün.

Geçtiğimiz günlerde yabancı basında Fidan hakkında yazılan makalelerde, bazı çevrelerde (İsrail-ABD) rahatsızlık yarattığı iddia edilmişti. Fidan’ın stratejilerini Türk hükümetinden bağımsız, kendi kendine kurduğunu varsayamayız. Dolayısı ile Türk hükümetinin dış politkasının yarattığı rahatsızlığa yer veren makalelerin kime hizmet ettiği ve bunu niye yazdıklarını sorgularken önce bu gerçekliği irdelemek, anlamak lazım.

Her ülke istihbaratı, ülkesinin çıkarlarının çatıştığı, zaman zaman politikalarının örtüşmediği ülkelerle ilgili daha hassas faaliyetler gösterir ve karşı politikalar ile muhatabına hamle yapar.

Fidan haberlerinin ardından, istihbaratın başı bir kamu yöneticisinin, bir siyasi parti tabanınca ve halk tarafından özellikle sosyal medyada nasıl sahiplenildiğini de gördük.

Burada, bu işin cemaat basınına yansıması, buna tepkiler, suçlamalar detaydır. Mühim olan dış ilişkiler.

Eski MİT müsteşar yardımıcısı Cevat Öneş bu makalelerin Türkiye’nin dış politika kararları ile ilgili bir baskı amacı taşıdığı yorumunu yaptı. Suriye meselesinin müzakere edileceği İkinci Cenevre toplantısı öncesi Esad’sız bir toplantı isteyen Türkiye’nin, bu kararını gözden geçirmesi için yapılmış olabileceğini söyledi.

Şimdi dönüp Suriye’de son duruma bakalım. Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyinde PKK uzantısı olarak da tanımlanan Kürterin PYD'si ile iligli endişeleri biliniyor. Eski dönemde Türkiye, Suriye cephesinde rahattı. Suriye’de savaş sonrası PYD lideri ile çeşitli temsalarda bulunmuştu. Suriyeli muhaliflerin burada PYD ile olan mücadelesi ise gündemi bir dönem değiştirmişti. Buraya aşağıdaki gerçeklikleri sıraladıktan sonra dönelim...

Türkiye Suriye’de muhalefeti desteklemek için dünya ile birlikte ve bağımsız olarak çeşitli adımlar attı. Ek olarak Suriye sınırını rahatlattı... Esad kuvvetlerinin bu bölgeden çekilmesi ve yabancı savaşçıların burada etkinlik sağlaması, Esad’ın gitmesini kolaylaştıracak diye düşünülürken bu olmadı. Amerika’nın müdahale etmemesi ile durum giderek karışık bir hal aldı ve Türkiye’nin uzun vadede beklediği çıkarlar kısa vadede yeni sorunlara döndü.

Bunun görülmesi ile Türkiye el Kaide finansmanı ile ilgli isimlerin mal varlıklarını dondurma adımını attı. Suriye’de el Kaide Azaz sınırında etkinlik sağladı ve muhalif Özgür Suriye Ordusu ile burada yaşadığı çatışmalar sürüyor. Ancak Türkiye’nin bazı adımların dışında yabancı savaşçılar ile ilgli sınır kontrolünü sağlayıp sağlıyamadığı hala tartışılıyor.

Bu konjoktürde Türkiye, Suriye muhalefetinin sahadaki uzantısı Özgür Suriye ordusu’nun Şam’da bazı intihar saldırıları ile Suriye askerilerine yönelik hamleleri olsada, genel durumu (ÖSO) ortadayken siyasi çözüm için kafa yoruyor. Sahada durum;  siviller ve iki tarafın savaşçıları için hem silah hem gıda açısından zorlaşıyor. Mültecilerin durumu apayrı bir başlık. Bunun için İkinci Cenevre toplantısı önemli.

Dünyanın Suriye’de radikal İslam’ın etkin olması yönündeki endişeleri de sık dillendirildi. Diğer taraftan Avrupa kendi içnde yerleşmiş radikallerin buraya gidip savaşmasını ülkelerinde bir temizlik olarak değerlendiriyor.

Tüm bu açılardan bakılınca, Türkiye’nin Suriye sorunundaki beklentileri, oradaki durumun değişkenliği, dönüp dolaşıp Türkiye’nin yumuşak karnı Kürt sorununa dokunuyor gibi.

Aylardır süren barış süreci ve bu dönemde Öcalan’ın talepleri, Tükye’nin, Suriye’nin kuzeyine bakışı ve buradaki çıkarlarından bağımsız düşünülecek bir konu değil. Bu konuda cesur ve soğukkanlı bir bakış açısına ihtiyaç devam ediyor.

Peki Türkiye’nin dış politikasını hedefleyen ve şimdilik, halk hareketi olarak başlayan ancak çeşitli güçlere de zemin açan Gezi olaylarını saymazsak,  Fidan üzerinden yürütülen, kalem ve medya operasyonlarına nasıl yaklaşılabilir?
Türkiye  Dış politikada destek unsurlarına önem veriyor. Bununla ilgili kurumları güçlendirmeye çalışıyor. Bazı yabancı gazeteciler, lobiciler ve sivil toplum örgütleri ile bu mücadelede güçlü olabileceği alanlarda etkin olmaya çalışıyor. Türkiye’nin yabancı dilde yayın yapan bir yayın organı için TRT bünyesinde çalışma  yürüttüğü de biliniyor. Tüm bu çalışmalarda kalite son derece önemli.

Zira Financial Times’ın Türkiye ile ilgili '3. havalimanı zora girdi' ve 'kanal İstanbul’a ilgi az’ haberleri gibi;  en azından bir resim çekiyor görüntüsü vermeyi başardığı haberlere 'kalite düştü' diye eleştiri getirirken, benzer hamlelerin kalitelisini yapmayı iyi biliyor olmak lazım...

Fidan’a suikast makalesini gündeme taşıyan yayın organlarının bu hareketini tartışırken, yükselen tansiyonun ve birşeyleri konuşmaktan duyulan rahatsızlığın yerini; serin duruşun alabilmesi gerekiyor.

Zalime karşı durma adına hareket ederken; atılan adımların, zulmü arttırabileceğini önce çok iyi tartmak,  müttefiklere  güvenip hareket etmeden önce bunların verdikleri mesajları iyi görmek gerekiyor.

Reyhanlı bombaları, Utku Kalı ve El Kaide...

Reyhanlı saldırısı konusunda Suriye’de etkin el Kaide bağlantılı Nusra üyelerinin eylem planlarının bilindiği ancak önlem alınmadığı iddialarına dair belgeleri aktaran er Utku Kalı’nın, Pazartesi yargıç karşısına çıkacağını da hatırlatalım... Elbette bu davada; Kalı, devletin güvenliği ve iç dış yararları konusunda gizli kalması gereken belgeleri sızdırmak ile ilgili suçu varsa ceza alacaktır. Asıl soru bu olayda casusuluk var mı; yoksa o sızdırma; sadece bireysel bir sessiz kalamamadan mı ibaret? Hükümete muhalif bir erin, belgeleri bir gazeteye sızdıma eylemi ve belgelerdeki iddialar, bu açılardan kamu vicadanında yargılanacak.


Mayıs 2013’de yaşanan 51 kişinin ölümü 140 kişinin yaralanmasına yol açan Reyhanlı bombalarında, 'Suriye rejimi bağlantılı' Türk vatandaşları yargılanmış ardından Eylül’de El Kaide bağlantılı Irak İslam Devleti isimli grup saldırıyı üstlenerek yeni saldırılar tehdidinde bulunmuştu.




14 Ekim 2013 Pazartesi

Laiklerin Çelik’ten İntikamı



Kurban vahşet mi?

Birgün’de Kurban Bayramına dair bir ajitasyon dikkatimi çekti. Zafer Fehmi Yörük’ün, çocukluğundaki travmalara giderek aktardığı, kurbanın ne menem bir vahşet olduğunun hikayesi... Gerçi hikaye; bugünün daha büyük vahşetlerine bağlanıyor ama olsun...

Bunların hepsi ifade özgürlüğü kapsamında elbette... Ve bu yaklaşımın benzerlerini soyal medyada da çokça gördüğüm için gazeteye bir sözüm yok. Yani bir karşılığı var bu yaklaşımın toplumda.

Sadece şunu merak ediyorum. Yılın 360 günü hayvan kesilmesinde bir sorun yok, kesilen hayvanları yemekte de bir sorun yok, ama işin içine din, kurban, bayram girince bir alerjik durum çıkıyor ortaya sanki.

Çocukken kurbanlığı birkaç gün önce alıp, kesilene kadar onunla arkadaş olanlar vardır aramızda. Doğru.
Sonrasındaki kesim, yazarın dediği gibi bir çocuğa vahşet gibi ağır gelmiş midir, travmaya dönüşmüş müdür bilmem...

Ama Kurban Bayramı’nı bununla suçlamak için çocukların dünyada hayvan kesilmediğine, bayram dışındaki dönemlerde et yenmediğine falan inanıyor olması gerekiyor.

 Ki bir dünya gerçeği dururken sadece Kurban bayramını suçlamak için bir gerekçe olsun zihinlerinde...

Yoksa sorun, görmeyince ortadan kalkıyor mu? Biz görmeyelim de, gerisi sorun değil diye mi düşünüyor bu arkadaşlar?

Yoksa özgürlükçü bazı kalemler herkesi vejeteryan olmaya mı zorlayacak? Peki ya bitki hakları?

Demek ki tabiatın bir akışı var.

Ve doğruya doğru diyelim; sanırım işte bunlar hep din düşmanlığı.

Bir müslüman olarak özeleştiri yapılacaksa, kurban kesim yerleri, bu işin nasıl bir temsili durum içinde olması gerektiğinden çok uzaktı yıllarca. Bu işin bir Allah’a yakınlaşma işi olduğu ve kuralları olduğunu bilmek gerekir.

...

Tonla kadınla aldatan eşe katlanıp dini nikahı yermek...

Kurban olayında işin içine din girince yaşanan çifte standardın bir çeşidini ise çok eşlilik konusunda görüyoruz.

Mesele bir Ak Partili olunca; özel hayatın, kutsal değerlerin bir anlamı olmadığını görmüş olduk yine.

Yurt Gazetesi Ak parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in iki eşli olduğunu aktaran bir habere yer verdi.

Hayatlarını evliyken nerdeyse hergün başka kadınlarla yakınlaşma üzerinden yaşamakta hiçbir beis görmeyen ve bu aldatmayı ahlaki olarak tartışmayıp 'özel hayat' diyenlere yakın bir zihniyetin temsilcileri, bir erkeği, bir başka kadınla çok daha sorumlu şekilde yaşadığı beraberlik üzerinden linç ediyorlar...

Bu işi bir de bu erkeğin ilk eşine, yani resmi nikahlı eşine soralım diyebilirsiniz. Bu hanımın elinde ayrılma seçeneği vardır. Dinen de; bir kadın eşi ikinci kez evlenmek istediğinde kabul etmiyorsa kadıya giderek boşanabilmektedir.

Dolayısı ile burada, aldatma olayında hukuken kendisini aldatan erkeği boşama hakkına sahip olan kadın gibi; ilk eşin dinen de,  iki eşi aynı şekilde sevdiğini iddia eden erkeğe karşı da hakları mevcut...

Kocasının kendisini aldattığını bile bile on yıllarca evli kalan modern ve laik dünyadan çok sayıda kadın tanıyorum... Bu kadınlar kocalarının neredeyse her gördükleri kadınla birşey yaşayabileceğini hissediyorlar ve bunu istemeselerde boşanma yolunu seçmiyorlar.

Ancak hergün başka tenlerde gezen bir erkeği kabul eden bu kadın; kocasının bir başkasını daha sevmesinden, görece çok daha insani ve ruhi tarafı olan bir ilişki içinde olmasından, çok rahatsız oluyor ve kötü hissediyor...

Olabilir tabi ki, hangi kadına neyin daha zor geleceğini biz bilemeyiz zira göreceli.

Eşlerini milyon sayıda kadınla aldatmaya can atan zihniyetin ve buna gözyumarak yıllarca eş kalan ‘kendine saygılı’ kadınların bu konudaki itirazları bence komik.

İkinci olmayı kabul eden kadını da, evli bir adam ile sonu belirsiz maceralar yaşayan kadından çok daha aşağıya çeken, hedefe koyan bu habercilik, adeta evli erkeğin, seviyesiz ve kısa vadeli ilişkilerini kabul edilebilir, ama insan ruhuna uygun beraberliklerini ise karısı ile katolik nikahı varmışcasına ahlakdışı ilan ediyor.

Peki neden Çelik? Bir sunucunun dekoltesi üzerine ahkam kesme haddini kendisinde gören Hüseyin Çelik buna müstehak mıdır?

Hayır. Buna kimse müstehak değildir.


Tekrar edelim, Çelik hakkında yapılan haber ne kadar kabul edilemez ve aşağılık ise, Çelik’in bir sunucu hakkında ağzını açması da o kadar incitici olmuştur. O bunu yaptı diye karşılığında bu haber ile özel hayatının en ince detayının konuşulmasını hak etmez... 

Ancak bir siyasetçi bir kadının dekoltesi, giyimi, hayat tarzı üzerinden konuşabileceğini düşünüyorsa, konu kendisine geldiğinde, iddialar gerçekse, hiç değilse göğsünü gere gere oraya çıkan kadın sunucu kadar olmalı ve ben yaptım ama yanlış yaptığımı düşünmüyorum diyebilmelidir. 

Müslüman olduğunu ifade eden idareciler de Allah’ın müsade ettiği ve kadınların da reddetme hakkını koruduğu bu düzenlemeyi yasallaştırmalı, evli erkekler ile macera yaşayan kadın ile, ikinci hayat arkadaşlarını aynı safa düşüren bu aşağılayıcı düzeni değiştirebilmelidir.

Ki erkekler o zaman gerçekten bir ikinci kadının sorumluluğunu daha eş mertebesinde alabiliyorlar mı yoksa bu resmi olarak bir karşılığı olmayan dini nikahı kullanıyorlar mı ortaya çıksın. Ak koyun kara koyun belli olsun yani...

...

Kendince Alevilik tarifi yapanlar ile 'Kur’anda şu yok' diyenler aynı...

'Alevilik İslam’ın alt koludur’ şeklinde tanım verenlere kızan kardeşlerimi anlıyorum. Bir öğretiye inanan kişiler onu nasıl algılıyor ona bakmalı. Farklı bir din olarak görene illa da İslam’ın alt kolu diye dayatamazsın değil mi?

Ama bazı cenahların da ‘islamda başörtü yok, alkol yasağı Kuran’a değiştirilerek sonradan eklenmiş’’ itirazları da aynı derecede kabul edilemez.

Kimisi de değiştirilmiş veya değiştirilmemiş şu an okuduğumuz ve yüz yıllardır var olan hali ile başörtme ayetine ve alkol içmemeğe inanıyor.

Kuranda yok demek başkadır, o tartışılır. Hangi icma ile Kuran da olmayan bir emir veya yasak var olabiliyor konuşulur. Gerçekten yoksa buna uygun davranmak isteyenin hükmü de konuşulabilir. Ama 'yoktu, eklendi' diye iddia etmek, yüzyıllar öncesini bilir gibi tezvirat yapmak, tıpkı bazı bazı Müslümanların başkalarına inanç tarifi tayin etmeye kalkması gibi komik ve gereksiz.

11 Ekim 2013 Cuma

Ak Parti'de dördüncü dönem


Özal bilmecesi, Semra ve Ahmet Özal…

8. Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Özal'ın ölümü yeniden gündemde.

Haberlerde, vefatının ardından Cumhurbaşkanlığı’nın, kişisel bilgisayarıaileye vermediği aktarılıyor.

1970 model ve donanımsızlığı nedeni ile kenarda tutulan bir ambulansla hastaneye götürülen Özal'ın suikaste kurban gidip gitmediği sorusu akıllardan çıkmıyor.

Semra hanımın ismi sık sık gündeme geliyor. Bu günlerde de Özalların bazı önemli görüşmeler yaptığı duyumları alınıyor.

Bakalım neler olacak...

Kürt cephesinde son durumumuz

Şırnak'ta 9 Ekim'de PKK lideri Öcalan'ın Suriye’den çıkarılmasının yıldönümünde molotof kokteylleri çıkmış piyasaya, işyerleri yakılmış...

Mardin Nusaybin’de barış sürecinden bu yana on aydır ilk kez kepenk kapatıldı.Diyarbakır’da ise esnaf ve seyyar satıcılar çağrıya uymayarak çalıştı.

Öte yandan Kuzey Irak a operasyon tezkeresi CHP ve MHP’nin oyları ile kabul edildi.

Ve Kürtçe tartışmaları... MHP, partisinin Fethiye belediye başkanı Behçet Saatçi kürtçe afiş ile demokratikleşme paketini eleştirmeye kalkınca inceleme başlatmış... İncelemeye şaşırmadık... Biz Saatçi'ye şaşırmıştık.

Suriye, El Kaide ve Türkiye

'Hükümet El kaide ve sınırımız konusunu; en muhalif gazeteciyi de dahil, karşısına alıp anlatmalı’ diye yazmıştık. Bu olmadı ama El Kaide ve Taliban bağlantılı çok sayıda tüzel ve özel kişinin malvarlıklarınıdurdurma kararı alındı. Suriye ve sınırımız üzerinden bu konuda yazan çizenlere duyurulur. Taraf bunu manşete çekiyor, haberi ilk sayfadan gören bir diğer gazete de Demirörenler'in Milliyet'i...

Dershane Savaşı

Zaman’ın bugünki manşeti 'Sayıştay kanun taslağına AB eleştirisi' olmuş. Bütçelerde şeffaflık vurgusu olan bir haber… Ne dersiniz en büyük muhalif zaman mı? CHP'den bazıisimler de dershanelerden yana tavır koyduklarını açıkladı… Yorum yok…

Para alan kurumların öğrenciler için fırsat olduğu göreceli. Ama dershaneler kapatılınca da özel okullar ile devlet okulları arasında bir eğitim farkı olacak. Eğitimde fırsat eşitliği sağlanmadan bu iş çözülmez.

Cumhurbaşkanlığı ve Ak Parti’de dördüncü dönem

Başbakan yardımcısı Bülent Arınç partide dördüncü dönem göreve devam yasağı sorusuna; ben ve başbakan bu konu da çok net diyerek cevap vermiş. Arınç’ın; ‘’Gül, Ak partide siyaset yapmak isterse ...’’ diye başladığı cümleyi de göz önüne alırsak...

Şimdiki plan; 4. dönem yok, Başbakan Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı Başbakan gibi görünüyor.

Mahalle baskısı

Gezicilerin yönetmen KutluğAtaman'ı hedefe koymasına üzülüyorum. Parka AVM projesine ilk günden beri karşı çıktım. Protesto hakkını savunan ve polis şiddetini kınayan biriyim.

Ve demokrasi, Ataman'ın da Gezi’ye verdiği desteği; bunun beyaz Türklerin başka hezeyanlarına döndüğü görüşü ile geri çekmesini kabullenebilmektir. ''Vatandaşın sesinişiddetle bastıran otoriteyi kınamak'' nasıl bir hak ise...

Bu kınamanın halkın tercihlerine karşı başka otoritelere paryalığa gittiğini düşünmek de bir hak olmalı değil mi?




Polis Kaskı
İstanbul Başsavcılığı, Gezi'deki polis şiddetini bilirkişiliğe inceletiyor.

Polis 'kaskım çalındı' dahi dese ilgili kask numarası dikkate alınacak. Polisler kasklarına sahip çıkmakla ve elbette takmakla mükellef…

28 Şubat vs Medya

28 Şubat döneminin Genelkurmay Genel sekreteri Özkasnak'ın medya kuruluşlarına ''Cumhuriyetin Bekası için işbirliği yapan basının önde gelen isimlerine teşekkür mektubu’’gazetelerde. Bu utanç vericidir ve bugünkü gazetecilik de temiz değil.

Fakat o mektup daha utanç verici. Çünkü en azından bugün boyun eğen çıkarcı medya, halkın seçtiği iktidara biat ediyor. Postala değil. Ki halkın seçtiği iktidar halkıaldatırsa, buna göz yumuluyorsa, bu da elbette temiz bir duruş değil.

Yine de ''şimdi de böyle ''diyenler bunu da bilmeli.

Balyoz haberini Birgün’de yer aldığı gibi görebildiğimiz gün bazı şeyler ''olacak'' bu toplumda. Darbe severlerin çığlığını görmek de, davada adaletsizlik, hukuksuz yargılamalar olduğu saptanıyorsa, boş yere yatanların durumu gözden kaçıyorsa, bunu fotoğraflamak da önemli.

Fidan olayı, WSJ ve Medya

Wall Street Journal’ın Hakan Fidan haberi, Cumhuriyet'te rahatsızlık olarak duyurulup, Fidan’ın her söyleneni dinleyecek biri olmadığı kanaatinin sızdırıldığı vurgulanmış. Bu iyi mi kötü mü Ey Cumhuriyet?

Ama Yeni Şafak da Fidan için ''kayıtsız şartsız dost değil' ifadesini aynı şekilde ilk sayfa haberinde kutu içinde aktarabiliyor.

Gazeteler bir haberi aynı yerden görmese bile bir başka haberde doğruları, gerçekleri en çok başlıktaki küçük bir fark ile benzer şekilde aktarıyor. Bir yerlerde buluşuluyor galiba… Ertuğrul Özkök ile Fehmi Koru’nun East West Institute de;İslam işbirliği teşkilatı genel sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’na takdim edilendünyayı değiştiren insanlar ödülleri töreninde buluşması gibi…

Bir de Mehmet Ağar konusunda buluşuluyor galiba. Özkök, Ağar’a açılan son dava için yeter artık yazısı yazmıştı geçenlerde…

Yeniden Alevi açılımı

Sabah, bugün nihayet Barlas’tan Yüksel Aytuğ’a, oradan Erdal Şafak’a varana kadar spiker Gözde Kansu mevzuunu dikkate alıyor, cevap veriyor.

Ama Sabah’ta; asıl hikaye, manşette. Ak Parti milletvekili Mehmet Metiner’in ‘’Cemevleri terör örgütlerinin yuvası olmamalı’’ sözüne tepki gelmişti. ‘’Camiler terör yuvası olmasın’’denilse ne kadar üzülürdü sünni müslümanlar değil mi?

İşte Ak parti bunun üzerine; bu sefer sözde değil gibi görünen bir alevi açılımı hazırlamış. O haber Cuma Sabah gazetesinin manşetinde. Okuyun derim.

9 Ekim 2013 Çarşamba

Ekmek kutsaldır


Ekmek Kutsaldır…

 

Hürriyet’ten Mehmet Yılmaz; ısrarla Ahmet Atan isimli İstanbul Büyükşehir Belediyesi sanat danışmanı ve Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi, Sanat Bölüm Başkanı bir akademisyenin attığı gezi twitlerini yazısına taşıyor.

 

Twitlerden bazıları şöyle:

 

‘’Üç–beş eylemci, çapulcu değil, Yahudi, Ermeni ve Rum Öz’ünde ahmakların bileşeni bir grubun isyancıları ile dünden yarına kavgamız olacaktır’’

 

Bir diğeri:

 

‘’Yahudi, Ermeni ve Rum’sanız Gezi eylemlerinde aktif rol almanızı anlayışla karşılıyorum. Lütfen soyunuzu araştırın

 

Yılmaz bu twitler için yazdığı yazıda özetle diyor ki;

 

 ‘’Belediye başkanı bu kişiye Rum ve Ermenilerin eşit vatandaş olduğunu, vergi verdiğini, kendisinden farkı olmadığını söyledi mi? İşten atabildi mi?

 

Hakkında bir savcı, nefret suçu nedeni ile dava açtı mı’’

 

Yılmaz, demokratikleşme paketi ile ilgili ilk düzenleme nefret suçu ile ilgili olacak diye başlıyor yazısına. Ancak daha yeni geçen ve yasal altyapısı hazırlanmakta olan bir paketin şimdiden neden bu kişiye uygulanmadığını sorarak çuvallamış olmuyor mu?

 

Azıcık beklese yeni gaflar yapan çıkardı elbet ama dayanamamış…

 

Buradan gelelim ATV de yayınlanan Veliaht programının sunucusu Gözde Kansu’nun attığı twitlere ve işten çıkarılmasına.

 

Kansu ismi Ak Parti Genel Başkan yardımcısının, yayında giydiği  kıyafeti eleştirmesi ile gündeme geldi. Daha sonra da işten çıkarıldı.

 

İktidar partisi genel başkan yardımcısı Hüseyin Çelik bir kıyafete yorum yapıp, sonra buna  ifade özgürlüğü diyor ve bundan sonra yapım şirketi kendi kendine o kıyafeti giyen sunucuyu işten kovuyor…

 

Bütün olasılıklara aşağıda yer vereceğim ve siyasi ideolojik konulardan materyalist noktalara ülkemizde at izi nasıl başka izlere karışıyor düşüneceğiz birlikte…

 

Sunucunun twitlerine gelince; gezici olduğu, gezi sürecinde diğer %50 yi aşağılayan, onları sadece kömür ile tavlanmış kesim olarak görmeye çalışan twitleri Retweet ettiği görülüyor.

 

Bu sunucu siyasi görüşü nedeni ile işten çıkarılmış olabilir. Bu kabul edilebilir mi?

 

Hayır.

 

O zaman Mehmet Yılmaz; Ahmet Atan’ın twitleri nedeni ile işten çıkarılmasını istediğinde de kulağa kötü gelmeli değil mi?

 

Kansu’nun RT ettiği görüşlerde yer alan muhalefet tarzı her ne kadar diğerini aşağılayıp, kendi gibi düşünmeyeni kömür ile tavlanmış seçim sahibi konumunda görse de…

 

…Bir kere bu kişi başkalarının twitlerini RT ediyor. Direk itham etmek doğru olmaz.

 

İkincisi, ATV’nin gezi twitleri ile işten çıkarmalar yaptığı konuşuldu.  Veya yapım şirketi; şirket olarak Gezi konusunda radikal gördüklerini veya ideolojisini bu şekilde ötekileştirici ve aşağılayıcı yöntem üzerine kuran isimleri ekranında görmek istemiyorsa buna önceden bakmalıydı. Bir insanı bir makama getirip sonra alaşağı etmek için daha somut gerekçeler lazım.

 

Yok eğer kıyafet eleştirisi üzerinden bir ismi işten çıkarıp siyasete yaranma planı varsa zaten kabul edilemez.

 

’Kız başarısızdı’’ diyenlere de; bu noktaya gelmiş bir olayda Milliyet’ten Olcay Gülgün Karaoğlu’nun dediği gibi üç-beş hafta beklenmeli miydi? Gelin samimiyetle düşünelim.

 

Biri işinde iyi değilse neden üç beş hafta beklensin o ayrı. Ama daha ilk bölüm olduğundan iyi mi kötü mü, ratingini osunu busunu görmeden karar vermek yanlış olacağından beklenebilirdi. İlk yüzde ondördüncü sırada program.

 

Ben bugün youtube’dan izledim. Sesinin inişi çıkışını ayarlayamıyor, heyecanlı. İlk bölüme verilebilir. Enerjiyi alamadım ben. İzleyin siz karar verin…

 


 

Bu kız kötü diye mi işten çıkarıldı yoksa o twitlerdeki düşüncelere sahip farz edilip buna rağmen ATV’ye koştu diye mi hazmedilemedi? Şimdi örneğin Akif Beki Hürriyet’e gitti diye hemen değişmeli miydi? Veya 4 yıl önce Radikal’e yani Doğan Grubuna geçtiğinde…

 

 Biraz buralardan empati yapalım. Ama diğer medya organları da yapsın bu empatiyi ki kutuplaşma-liyakat birbirine karışmasın. At izi başka izlere karışmasın.

 

Çünkü ekmek kutsaldır…

 

 

Bu arada Çelik’in yaptığı kıyafet yorumundan sonra;  kendi grubu televizyonundan kovulan sunucu olayı yaşanmışken; Başbakan Erdoğan’ın ‘devlet yaşam tarzı dayatamaz’ açıklamasını manşete çeken Sabah’a ne demeli? Yanlış gün sanki…

 

Erdoğan eminim ki bunu sadece yıllarca devletin başörtü yasağı üzerinden dayattığı yaşam tarzı için değil her türlüsü için söylüyor. Başı açık kadar örtülü de Cumhuriyet’in sahibi diyor.

 



 

İfade özgürlüğü vs iftira özgürlüğü….

 

Gül, AİHM ve Cumhuriyet Gazetesi….

 

Kişiye yayın yolu ile demediğini atfetmek, iftira etmek…

 

Bunu durdurmak için yargıya gittiğinde ise; yargı kararının sonucundan dolayı bir ülkeyi tazminata mahkum etmek…

 

Bir devlet yetkilisinin bir gazete yayını için durdurma kararı aldırtması ilk etapta ifade özgürlüğüne aykırı gibi gözükebilir. Ama Gül’ün Cumhuriyet için 2007’de aldırdığı bu kararı eleştirmek için Gül’ün mağduriyetini de bilmek gerekiyor.

 

Ntvmsnbc.nin haberi şöyle:

Cumhuriyet gazetesi 29 Nisan ve 1 Mayıs 2007 tarihlerinde, o dönem Dışişleri bakanı ve Cumhurbaşkanı adayı olan Abdullah Gül'ün 1995 yılında İngiliz "The Guardian" gazetesinde yayımlanan söyleşisinden bölümler aktarmış ve bu haberi reklam kampanyasında kullanmıştı.

Bunun üzerine Gül, Cumhurbaşkanlığı adaylığının açıklanması sürecinde gazeteden davacı olmuştu. Gazete, Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından "Abdullah Gül'e atfen yapılan yayımların ve davaya konu olabilecek haberlerin yayımlanmasının tedbiren durdurulması ve önlenmesiyle" cezalandırılmıştı.

Cumhuriyet, İngiliz gazetesinden Abdullah Gül'e atfen "Türkiye'de Cumhuriyetin sonu geldi. Kesinlikle laik sistemi değiştirmek istiyoruz" ifadelerini aktarmıştı. Cumhuriyet'in aktardığı bölümlerin "kendisine ait olmadığını" söyleyen Cumhurbaşkanı Gül, davanın karar duruşmasının hemen öncesinde gazeteye şikayetini geri çekmişti.

AİHM, Gül'ün şikayetini geri çekmesine rağmen, Cumhuriyet gazetesine getirilen ihtiyati tedbir kararının "demokratik bir toplumda gereksiz" olduğu sonucuna vardı.

Strasbourg Mahkemesi tarafından oy birliğiyle alınan kararda Ankara'nın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ifade özgürlüğüyle ilgili 10'uncu maddesini ihlal ettiğine hükmedildi. Türk hükümeti dava hakkında AİHM'ye hiçbir savunma sunmadı.

Karar gereği Türk hükümeti, Cumhuriyet Vakfı, Güray Tekin Öz ve Yeni Gün Haber Ajansı'nın her birine 2 bin 500 Euro manevi tazminat ödeyecek. Türk hükümeti davacılara 5 bin 100 Euro mahkeme masrafı ödemekle de cezalandırıldı.


 

 
Suriye sınırımızda neler oluyor?

 

Bugün’ün haberine göre; Iraklı üç işadamı Hatay’da kaçırıldı. Kaçıranlar Suriye’li. İşadamlarından biri Suriye’ye götürüldü ve başına silah dayanarak bir fotoğrafı çekildi. Bu fotoğraf  Bağdat’taki  ailesine gönderilerek; aileden 2 milyon dolar istendi…

 

Sınırımız ve El Kaide tartışmaları böyle işte… Hoş Suriye olayı yokken de İran sınırından kaçak geçişler, PKK’lıların denetimsiz giriş çıkışı söz konusuydu…  Ama işte bunlar da oluyor.

 

Hükümetin Suriye’deki ve Güney sınırımızdaki El Kaide varlığından ve hele bu varlığın uzamasından rahatsız olmadığını düşünmüyorum.

 

Peki neden böyle oldu biri bunu açıklamalı. En muhalif sesleri de karşısına alıp konuşarak hem de.