27 Haziran 2011 Pazartesi

ÖZKÖK HÜKUMETİ TEHDİT EDİYOR

Ertuğrul Özkök'ün Ara Rejim Çuvalladı yazısı ve Hüseyin Çelik'in tepkisi...
Çelik her zaman lafını esirgemeyen bir sözcüydü. Bu defa da ağır konuştu ve gereken cevabı verdi Ertuğrul Özkök ün yazısına.
 Ancak Özkök ün, bu cevaba cevabı Çelik'in kendisini veya kendilerini tehdit ettiği algısı yaratmaya yönelik. Özkök son derece kurnaz. İşini elbette çok iyi biliyor.

İlk yazısına bakalım. Son günlerde Güneydoğu sorununa yönelik gerginlikten istifade etmeye çalışmış hemen. Yeterince gerginlik oluşturulmuşken elindeki tek atımlık barutu harcama fırsatını heyecanla değerlendirmiş.

Erdoğan'ın ''Kürt sorunu yoktur'' sözünü çarpıtma fırsatını kaçırmamış mesela. Erdoğan Kürt sorunu yoktur derken, Kürtleri sorun olarak görmedikleri hassasiyetini ifade ediyordu. Ya bunu anlamayacak kadar salak olmak lazım ya da çarpıtacak kadar kötü niyetli.

Polis devleti eleştirisine biraz hak verebilirdim. Polisin ateşi ile can veren çocuklar benim de içimi acıtıyor. Ama fırsatı bulmuşken geçireyim diye o kadar çırpınınca ona bile hak veresi kalmıyor insanın.
Hele çizdiği resme yaptığı tanım, ara rejim vs.

Neyse bu yazıya Hüseyin Çelik cevap verdi. Dava açacağız dedi. Dava açmak en doğal hakları değil mi? Bir hukuk devletinde dava açarsınız. Ama Özkök ne yaptı, bunu tehdit olarak yansıttı Çelik'in cevabına verdiği cevap yazısında. Bağımsız mahkemelere talimat veriyorlar dedi.
Oysa haklılığına güvenen kişi söylemidir ''dava açacağım'' sözü. Gücüne güvenenin haksız söylemi olduğunu düşünmüyorum.

Hüseyin Çelik'in bu zihniyeti ayaklar altına almalıyız demesini de tehdit olarak yansıttı  Özkök.  Ailesini, çalıştığı medya gurubunu tehdit olarak hem de... Oysa bir zihniyeti ayaklar altına alma çağrısı, bir  fikri tepkiyi ifade etti bana.

Halbuki Özkök yazının perde arkasında Ak Parti'yi basın özgürlüğü ihlalleri yansımalarını, Avrupa gündemine taşımakla tehdit ediyor.

Bir atımlık barutu kalan ve fırsatını bulmuşken eleştirilerini eleştiri olmanın ötesinde dile getiren Özkök, Çelik'in kısmen haklı tepkisinden de nemalanmayı ihmal etmemiş velhasıl.
Arkasına da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin iki kararını alıyor:
Bunlardan biri basın özgürlüğünün halka, siyasal liderler hakkında kanaat oluşturma olanağı tanıdığını belirten karar. Diğeri de,''Basın özgürlüğü belli bir ölçü de abartma ve hatta tahrik de içerebilir'' kararı.

Ne diyelim. Kendini savunmaya hazır. Ne de olsa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan hakların ihlali her daim Avrupa İnsan Hakları mahkemes'nde muğlaklık ifade etti.
Aynı mahkeme 12 Eylül mağdurlarının başvurusuna karşın, darbecileri de yargılamaya gerek görmemişti.

Bu konular basın özgürlüğü ekseninde görüldüğünde batıyı örnek alanlar İngiltere'de ulusal çıkarların hepsinin üstünde olduğunu biliyorlar mı acaba?

Ancak Çelik'in Özkök'ün nitelemelerini eleştirirken, ''haddi değildir'' ifadesini kullanması yanlış olmuş. Netice de bir basın mensubudur. Kanaatini yazmaktan ekmek veya pasta yemiş bir köşe yazarıdır.
 Ayrıca Özkök için ''CHP'den aday olsaydı'' söylemi yerinde olabilir ama  Ergenekoncular ile beraber CHP'den aday olsaydı cümlesi de rahatsızlık verici.
Tabii milletin iktidarını ve iradesini bu şekilde sabote etmek isteyen manüple etmek isteyenlerin karşısında öfkesine veriyorum bunları.

kasete dair senaryolar


25.05.2011

Habertürk sabah kuşağı içinde yer alan Medyakritik için seçilen yazıları önemsiyorum ve manşetleri de çoğunlukla oradan dinliyorum.

 CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, Habertürk Gündem Ekonomi'nin konuğu oldu bu sabah. Bende medyakritik'in peşinden bu konuyu ilgi ile izlemeye koyuldum.

Umut Oran'ı çok zayıf buldum. Ahlaklı ve temiz bir insan imajı çizmek ile beraber kendisi sorulan sorulara çözüm odaklı yaklaşmak yerine Ak Parti ve Erdoğan efsanesi üzerine giderek yanıt vermeyi tercih eden bir yol izledi.

Hele kaset skandalına dair görüşleri sorulduğunda kendisi ile ilgili ümitlerim iyice azaldı.

Oran, MHP'li vekillerin özel yaşamlarına dair çekilen görüntülerin yayınlanmasının arkasında Ak Parti'nin olduğuna inanabilir. Gerçekten inanıyordur herhalde. İnanmıyorsa da siyaseten inanması gerekebilir. Ama bunu bağladığı yer sakat. Sanki gözü ile görmüş gibi ''Ak Parti'li vekillerin de kasetleri var, onlar niye çıkmıyor demek ki Ak Parti bu işin faili'' demeye getiriyor.

Daha önce CHP'de yaşanan ve Genel Başkan değişimine neden olan şimdi de MHP'yi vuran kaset olaylarının arkasındaki güce dair zaten iki ana senaryo var. Bir tanesi partiler içindeki muhalif kesimlerin, mevcut yönetimlerin Ak Parti'ye yeterince muhalefet edemediğine ve parti içi demokrasilerin işlemeyişi nedeni ile bu yönetimlerin kendiliğinden gidemeyeceğine inanmaları. Ak Parti'nin bu işi yapmış olmasına olasılık tanımayan birinci senaryo bu.

Bir diğeri ise bugün gazetelere de yansıyan dış istihbarat birimlerinin işin içinde olduğu. Yani bu durumun İç siyaset ile dış siyaseti ayırmanın mümkün olmadığı durumlardan olduğu yorumu. Dış güçler veya büyük aktörler bölge siyasetinde Türkiye'nin önemini biliyorlar. Bu bölgede son dönemde istikrara ihtiyaç duyulduğu biliniyor.

Amerika Birleşik Devletleri'nin Arap ülkelerinde yaşanan gelişmelerden sonra aldığı soğukkanlı tavır ve bölge ülkeleri liderlerine gönderdiği reform yapmaları yönündeki mesajlar ortada.

Böyle bir dönemde Türkiye'nin de Kürt sorununu çözmüş olması bölge istikrarı bakımından önemli diyenler var. Bu görüş her şeyi süper güçlerin şekillendirdiğine inanan veya buna dair tecrübeleri olan kesimlerin inandığı bir görüş.

Bu güçlerin işine, Kürt sorununun çözülmesi geliyorsa, bu Türkiye onlara hizmet ediyor anlamına da gelmez ayrıca. Bazen çıkarlar örtüşür diyelim buna. Yani benim insanımın, halklarımın da sorunları çözülecekse aynı zamanda, neden olmasın? 

Son on yıl öncesine kadar bölgede istikrar istemeyen ABD vardı ve MHP terör sorununa engel olabildi mi? Derin olaylar tezgahlanırken on yıllarca hangi gençler kullanıldı, kim kimler ile işbirliği yaptı tekrar hatırlamak lazım. Teröre taviz verelim demiyoruz ama kimse de Türkiye bölünecekti, dış güçler MHP'yi bunun önünde engel gördü, ''işbirlikçi AKP'' moduna girip göz boyamaya kalkmasın.

Yıllarca her cenahtan insanlar öldü, öldürüldü. Onların da işbirlikçileri vardı. O zaman Ak Parti mi vardı.

Netice de kasetleri bölgede istikrar adına Türkiye'de Kürt sorununun çözülmesini isteyen ve bunun önünde MHP'yi engel gören dış güçlerin icraatı olarak gören bu ikinci görüşe göre de bunu Ak Parti yapmış olamaz.

 Oran, bu güçlerin elinde Türkiye’de ki her partinin mensuplarına dair kaset olduğunu biliyor veya tahmin ediyorsa ve Ak Parti'nin de kaseti var söylemi buna dayanıyorsa, o zaman yine kasetleri yayınlayan odak Ak Parti olamaz. 

Başbakan bunu malzeme yapar, yapmaz, bu etiktir değildir ayrı konular.

Şimdi bu olayı Ak Parti'ye yıktıktan sonra bir de üstüne bu konulara girmenin edepsizliğinden bahsedebilirsiniz. Onu da anlarız. Ancak ''biz bu konulara girip  gündeme getirmiyoruz'' diye sütten çıkmış ak kaşık gibi yorum yapıp, takdir toplamayı beklemeyin.

Siz bu konuları gündeme getirmiyorsunuz çünkü (üzülerek söylüyorum , keşke olmasaydı) geçmişte siz de CHP olarak benzer bir olay yaşadınız da ondan gündeme getirmiyorsunuz. Çünkü siz çok iyi biliyorsunuz bir parti içerisindeki ayrışmaların sonucu oluşan mücadelenin muhalefet ettiğini partiler ile mücadeleden daha acımasız olduğunu.

İmam nikahlı eşler ile ilgili görüntülerin ortaya çıkmasını fırsat bilip Ak Parti'li vekillerden de imam nikahlı eşleri olanlar var diyenlere gelince, MHP'yi bitiren o imam nikahlı eş görüntüleri değil ondan önce bir genel başkan yardımcısının kasetinde söz ettiği, '' bana kadın bulun yeter'' nevinde zihniyetlerin yönetimde olduğunun ortaya çıkması olacaktır. O konuşmalar, kadına düşkünlüğün nezakete son derece aykırı şekilde ifade edildiği o sözler sonun başlangıcı olmuştur.

Yoksa çapkın  her yerde...

Erkeğin çok eşliliği ve imam nikahı yasal olsun konularına dair tartışmaya ise bir sonraki yazıda değineceğim inşallah ama şimdilik şunu söyleyeyim  Mustafa Mutlu konuya farklı bir yaklaşım getirmiş, okuyabilirsiniz.