29 Nisan 2014 Salı

Demokratik Bölgeler ve PKK demokrasisi...


Devletin elinde kan, örgütün elinde kan...

Türkiye'nin bugünü için bölünme tohumları çok önceden atılmış... Halk devlete, halk örgüte kırdırılmış. Derin yaralar açtırılmış...

Vatan uğruna  vurulanınki de ana, dağa evladını kurban veren de... Hepsi ağlamış. Hepsi, hepsine sebep olanlara içinden öfkeli belki ama göğsünü dik tutmuş ele... Daha kuruluşun ilk yıllarında onlarca Kürt isyanı olmuş.  Dünden, hamurumuz böyle yoğrulmuş...

Gelelim bugüne...

Bölgede birkaç gündür Abalı karakolu yapımı protesto ediliyor. Bu nedenle iki asker 'göstericilerce' kaçırıldı. Bu haberler, vatandaşta farklı tepkilere yol açıyor. Kimine göre 'her şey yolundayken' asker kaçırmak iyi niyete işaret etmiyor. Bu ne biçim barış süreci diyorlar... Oysa göstericilerin de kaygısı, kendi ifadelerine göre tam da bu... 'Barış sürecinde karakol yapımını' protesto ediyorlar. Vali'nin bu dönem karakol yapılmayacağı yönünde açıklaması var. Yetkililer ise bölgede son dönemde 22 karakolun kapatıldığını söylüyor.

Basında yer alan bazı haberlerde yetkililerin farklı görüşleri de yer buldu... Karakollardan bölge halkının memnun olduğu, PKK'nın rahat haraç toplayamadığı için karakol yapımına karşı olduğunun ifade edildiğini okuduk.

PKK veya bölge halkı olsun fark etmez, bu göstericiler sadece karakol yapımına mı karşı, yoksa müzakere sürecinin bir türlü yasal alt yapı ile desteklenerek ilerleyememesinden dolayı başka bir mesajları mı var?

PKK ve bölge halkı için Öcalan aynı şey mi? Hatta PKK içinde aynı manaya mı geliyor? Son tahlilde liderliğinin tartışılmadığı bir gerçek...

Kürt halkı veya diğer ifade ile bölge halkının PKK ile ortak paydasını ve hatta tam tersi kan davasını tartışabiliriz. Ancak bölgede kan dökülen ve çok taraflı ölümlere yol açan onyılların ardından bu tartışmaya gömülmek sağlıksız.

Haraç vermek istemeyen vatandaşa dahi sorsanız 'ölümler olmasın, eski günler gelmesin' diyecektir. Oğullarını, çocuklarını, PKK'nın dağa veya Devlet'in sorguya götürdüğü günleri kimsenin istediğini zannetmiyorum.

Şiddet, geçmişten bu yana demokratik taleplerin dikkate alınmasında zaafı olan bir devlete mesaj vermenin yegane yolu olmuş. Ve şiddetin getirdiği gücün, elbette örgüte rantı olmuştur. Ülkemizin coğrafi konumu, büyük güçlerin çekişmesinin hemen eteğinde yer alması, bölücü unsurların, iç ve dış işbirlikleri sayesinde desteklenmesine yol açmıştır. Hem devlette hem örgütte kime çalıştığı belli olmayanların bulunduğu biliniyor.

Bugün şiddet duracaksa, bölgede asker kaçıran göstericiler PKK'lı ise dahi mesajları dikkate alınmalıdır. Bölgede hakim olma savaşının silahla sürmesinden ise, örgütün siyasi kanadının siyasi beklentileri dinlenmeli ve kamuoyu ile paylaşılmalıdır.

Müzakere süreci birtakım temsilci ve aracılar ile yürütülüyor. Sorunun çözümünde adım atmaktan çekinmemeli... Örgüt zaten otuz yıldır öldürmekten, devlet de cevap vermekten yorulmadı. Artık yeni bir yol denenmezse, Türkiye, civarındaki diğer ülkeler gibi, ayrıştırılıp kaosla ateşe atılan bir ülkeye çevrilmek istenebilir. Elbette bu endişe yüzünden, devlet, kim ne istiyorsa yapalım diyemez. Bölge halkının, siyasi tercihini korumak, güvenliğini sağlamak hala ‘Devlet'in görevidir. Ancak refleksler bu açılardan değerlendirilerek kontrol altına alınmalı. 

Gösterilere müdahale edildikçe provokatif adımlar görülebilir. Nitekim müdahalenin ardından patlayıcı madde atıyorlar. BDP, göstericilerin, yetkili ağızdan açıklama gelmeden gösterileri sona erdirmeyeceğini açıklıyor.

Şu an KCK kadroları, Kandil buraları yönetmek istiyor. Devletle müzakere ediliyor. Aracıların işi zor. Bunları yok sayarak 'bölge halkı karakoldan memnun' demek makul mü? 'Karakolu yapmayın' askerleri bırakalım teklifini 'küstah' bulan zihniyet, otuz yıldır ölümle sonuç veren politikaları nasıl niteliyor acaba? 'Açılım ile şımardılar' diyenlerin gazına gelmemeli. Bunlar hassas dengeler. Devletin de işi çok zor.

Örgüt zaten bugüne dek bölge halkının ihtiyacına hitap edebilecek farklı tüm sol oluşumları bölgeden çıkardı. Sadece kendi hegemonyasını istedi. Bunlar bir şey ifade ediyorsa da çok şey ifade etmiyor...

***

Ve madalyonun diğer yüzü de var...


Ak Parti hükümeti şu ana dek F tipi denilen kadrolara güvenerek darbeciler ile mücadele etti. Erdoğan bu dönemde bazen ‘Cemaat'e devlet içinde bolca alan açtı. Darbeciler adı üstünde zaten siyasi iradeyi yok sayabilir. Fakat bunlara karşı mücadelenin teknik kısmını yürüten yapılanma da beklediğini bulamayınca (veya çok idealistler, sırf hükümet 'haram yiyor' diye içlerine sindiremediklerinden)  iktidar ile mücadeleye girdi.  Hükümet bunun üzerine, 17 Aralık sonrası, bugüne kadar cemaat kadroları ile aynı safta mücadele ettiği ve bazıları darbecilikle suçlanan askerlere mesajını değiştirdi. O asker bir deyişle PKK ile savaşıyordu... Bunların hepsi çok sayıda spekülasyona yol açtı.

Birbirine bağlayalım... Kendilerini Kürt özgürlük mücadelesinin temsilcisi olarak görenler ise şimdiye kadar hiç alamadıkları kadar yol aldıkları için beklediler. Cemil Bayık her ne kadar 'Ak Parti'den çözüm beklemek gaflettir' dese dahi... Neticede örgütçülerin, ne darbeci askerler ne de diğerleri gibi satış yaptıklarını görmedik şimdiye dek. Yapma şansları da yoktu belki de...

Bu konu Türkiye'nin kaderinde, demokrasi mücadelesinde hayati... Şimdi bugüne bakma zamanı...

BDP yerel yönetimlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Demir Çelik'in Radikal'e yaptığı açıklamalar önemli. ‘Türkiye'ye 25-26 bölgesel özerk yönetim öngörüyoruz... T.C'nin yanında ayrı bir Kürt devleti arayışında değiliz.' diyor... Özerk, federal ve konfederal yapıların dünyanın pek çok demokratik ve zengin ülkesinde mevcut olduğunu, uzaydan getirmediklerini vurguluyor...

***

Neden yıllarca dağları bombaladık?

Bir tarafta yıllarca bölgeyi bombalamış havacılar var mesela... 'Böyle olacaktıysa biz neden vurduk?' diyorlar. Bu sorunun muhatabı bugünkü iktidar partisi mi o günkü politikaların mimarları mı?

Bir diğer tarafta 'bu iş bitiyordu, boşa taviz verildi' diyenler... Özerkliği, dış güçlerin 'böl-yönet' oyunun parçası ve bir ileri aşamanın öncü adımı olarak görenler de var.

Şehit ailelerinin bir kısmı durumu anlamakta zorluk çekiyor. Onlarla yeterince konuşuluyor mu? Basına iki üç aile çıkarmaktansa uzun bir emekle herkesle konuşulmalı.

Ve tüm bu bölünme paranoyalarını bırakıp soralım. Biz hali hazırda, şu halde bölünmedik mi? Zihnen bölünmedik mi? Türlü kirli veya karanlık işlerini Kürtlere yaptırıp iş eşit vatandaşlığa gelince gak guk eder durumda olmak bölünmüşlük değil mi?

Biz bir tek Kürt-Türk olarak bölünmüş de değiliz... Sosyolojik açıdan enine boyuna her şekilde bölünmüşüz zaten.

Irak nasıl Sünni-Şii olarak bölünmüş? Suriye nasıl çeşit çeşit gruba ayrıldı bir anda?

Biz bu zengin sayıda hassas damarlarımızı, zorlamadan, güzellikle, şeriatçısından laikine kadar, birbirimize saygı içinde korumalıyız. Cemevlerine statü vermekten korkmamalı örneğin. Zira herkesin inancı kendi inandığı şekli ile bir seçim...

Daha ana dilinde neyin ne olduğunu öğrenmeye çalışan bir çocuk için, anadilde kreş de son derece önemli. 

***

Bölge halkının iradesini korumalı...


Yasal düzenlemeler sağlam yapılır ve bölge halkının siyasi iradesi iyi korunur, bir güvence altına alınırsa bu sistem çalışır. Zorluklar var. Yerel yasaların Anayasa'ya uygunluğu, olası hukuk süreçleri kolay olmayacak. PKK'nın kendi polis gücü diye diretmesi,sandık noktasında halka uyguladığı geleneksel baskıdan dolayı güven vermeyecektir. Bugüne kadar Kürtleri Kürtlere rağmen yönetenler yetti. Bedel ödeyen sadece PKK'lı kürtler olmamıştır. O nedenle bu noktalar detaylı çözülmeli. Bundan sonra ise, BDP veya DBP veya HDP, yani Kürt partisi de artık bugüne dek istismar edilmiş bölge halkının siyasi ihtiyacına cevap olmak adına kendi politikalarından mesul olacaktır.


Pazartesi günü 19 BDP'li vekil HDP'ye katıldı. Bakarsınız ki HDP, halkı, bugüne kadar akan kanın sorumluluğunu izah edebilen bir parti olduğuna inandırabilirse, tüm Türkiye için alternatif de olabilir ... Zira Türkiye'de Kemal Kılıçdaroğlu CHP'sinin, alternatif olabileceğine olan ümit rüzgarından bir netice çıkmadı. Partinin genetik duruşu liderin önünde hala. CHP’nin ‘Sol’ olduğuna, hakların özgürlüklerin partisi olduğuna inanç var mı?

***

Gül'ü ödüllendirmek zorundasınız...


Yeni dönemde Cumhurbaşkanının yetkileri artacakmış... Eğer öyleyse iktidar partisinin adayı Abdullah Gül olmalı... 'Olağanüstü yetkili bir Erdoğan diktatör olur' kaygısı ile söylemiyorum. Öyle olur mu olmaz mı, yorum yapmıyorum. Ancak şu kesin ki; olmasa da oldu derler...

Gül şimdiye kadar yetkisiz şekilde, sembolik olarak görevini sürdürdü. Noterize şekilde önüne getirilen yasaları onaylamakla eleştirildi. Buna katılıp katılmamakta da serbestiz tabii. Ancak bu görünümü vermiş olması dahi bir itaatse, bu siyasi olarak ödüllendirilmeli. Bu hem daha adil olur hem de ülkenin huzuru için iyi görünüyor.

Daha önce de yazdık. Erdoğan aday olup kazansa halkın iradesine kimsenin sözü olamaz. Ancak buna dair risklere önceki yazılarda değinmiştik. Sağduyu önemli.




-- 

24 Nisan 2014 Perşembe

Ermeni açılımı konjonktürel mi?



Devlet Arşivleri Genel Müdürü açıklama yapmış. '1915 olaylarını incelemek isteyen herkes, Ermeni tarihçiler de dahil gelip araştırma yapabilirler' demiş. Ancak henüz 95 milyon evrağın sadece yarıya yakını tasnif edilmiş durumda. 
Son yazımın ardından, Ermenilerin tezlerine karşı tez yönünde yoğun tepkiler aldım. Ben okurlara dünyanın dört bir tarafında karşılaştığım Ermenilerin hikayelerini anlattım. Türkiyedeki köklerini, vatansızlıklarını... Aldığım tepkiler 'vatana ihanet edenin vatan beklentisi olmamalı' yönünde oldu. Oysa duyguları var bu işin. Kim hain, kim çeteci, kim kimle işbirliği yaptı bunu bilmeden genelleme yapmak yanlış. 
Ve o yazıda da dediğim gibi, bizim Ermeni ve Kürt olmayan ne hainlerimiz var... Ne işbirlikçilerimiz var... Ayrıca ben olayı tartışmaktan ziyade ABD'de bu konunun neden gündem olduğunu somut gerçeklikler ile izah etmeyi amaçlamıştım daha çok...
Yeni gelişmeler oldu. Başbakan Erdoğan'ın 1915'in 99.yıldönümü gelmişken yaptığı son açıklama bir ilk ve gayet olumlu. Böyle sözler insanın ruhuna iyi geliyor. Gerilimden o kadar yorulmuşuzki... 'ABD'de Gülen Cemaati'ne yakın bir işadamı, Ermeni tasarısını hazırlayan senatör'e bağış yaptı' deme noktasından, buraya gelebilmek mantıklı. Geçen sefer detayını aktarmıştım senatör konusunun...

Tutarsızlık da olsa doğruyu yapabilmek, doğruya varabilmek önemli. Yanlış söylemde ısrar mantıksız. Çok cephede kavga da bu ülke için iyi değil. Neticede hainlik buralardan olmaz. Başbakan bu taziye yüzünden kendisine olası saldıracakların gazına da gelmemeli. 'Türkleri katledenlere bu yapılır mı' diyenleri de dinlemesin... Zira onlar, bu adımı atmasaydı da bu sefer o tutumuna köpüreceklerdi. Başbakan, 'Afedersiniz Rum, Ermeni' dediğinde, vakti zamanında Girit mübadili bir aileden gelen anneme Yunan tohumu diyenleri hatırladım... Cahiller, büyükbabaları mübadelede gelen anne tarafımın 'oraya' da zaten 'buradan' gittiğini bilmiyordu. Hem de Yunan olsa Rum olsa ne olur? Tüm bunlar şunu görmeme engel değil: Erdoğan tribünlere oynamayı seviyor ve bunu iyi beceriyor... Ve kitlesi de, o 'Yunan tohumu' diyenler ayarında olduğundan, hedefi onikiden vuruyor. Kendisi de bunu biliyor... O nedenle Erdoğan samimi mi diye soranlara görüşümü belirteyim... Başbakan taziye metninde samimi ama sahnede oynuyor... Yani 'afedersin Ermeni' dediğinde... Tabanına oynuyor...
Kendisi oralardan çıkalı çok oldu bence... Rum, Ermeni, Arap farketmez. Ülke yönetiminde çıkarlar önemli... Özür dilense belki para gidecek değil mi... Para gitsin de, muhalifler bu sefer 'burda millet açken paralar Ermenilere gitti' diyecek... Zor yani...
Erdoğan'ın 'Karabağ sorunu hallolmadan normalleşme olmaz' ifadesi ise ayrı bir başlık. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da 'uzattıkları elin havada kalmamasını' umduğunu söylüyor. Uzatılan elin detaylarını merakla bekliyoruz.
Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan da 1915 olayları yıldönümü açıklamasını yayınladı. Bu yazı yazılırken konuşma yapmamıştı henüz... Türkleri düşman görmediklerini, masum komşularına yardım eli uzatan Türklerin hatırasını da kutsadıklarını açıkladı ancak Başbakan Erdoğan'ın konuşmasına değinmedi. Belki canlı konuşurken değinmiş olur. 
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü ise açıklamayı memnuniyetle karşıladıklarını, tarihi ve olumlu bir adım olarak gördüklerini ifade etti.
Türk Dışişleri Bakanı Davutoğlu, açıklamanın konjonktürel olmadığını ve baskılar altında yapılmadığını belirtti. Zira dış basın ve bazı kesimler açıklamayı zamanlaması itibarı ile şüphe ile karşıladıklarını belirtmişti. 
Elbette 1915 ölümlerinde dış basın, Osmanlı askerlerinin Ermenileri öldürdüğünü aktarırken bazı Ermeni isyancıların hangi dış işbirlikleri ile nasıl faaliyetler içinde olduğunu yazmıyorlar. Asıl konu bunun sonucunda masum Ermenei kökenli Osmanlı vatandaşlarının yaşadıkları. Ermeni diasporası bu nedenle 'herkes acı çekti' sözüne alerjik... 
Washington Post'tan Adam Taylor ise, yolsuzluk skandalı ve Gezi parkı ptotestoları nedeni ile Ak Parti'nin zor bir dönemde olmasının şüphe doğurduğunu kabul ediyor. Ancak Erdoğan'ın azınlıklara karşı, bugüne kadarki milliyetçi politikacıların pozisyonun çok ilerisinde olduğunu kabul etmek gerektiğini ekliyor. Azınlıklar ile ve özellikle Kürtler ile ilişkileri geliştirmek için çalıştığını vurguluyor. Gidecek çok yol olduğu bir gerçek ancak açıklama ilk olması açısından da önemli.
****
Hakkını arayana taciz geleneği...

Çarşamba günü Yenişafak'ta 'Davalara servet yatırdı' başlıklı bir haber yer aldı. Bu haberde,  Sabah Gazetesi, Star ve Yenişafak gazetelerine dava açan Fetullah Gülen'in tahmini harç masraflarının, onbinlerce lirayı bulduğu yazıldı. Gülen'in siyasilere ve yayın organlarına açtığı davaların mahkeme masrafları ve harç paralarının, servet olduğu yorumu yapıldı... Sabah gazetesi daha ılımlıydı... Hiç değilse Başbakan Erdoğan'ın ifadesini olduğu gibi aktarmayı seçmişti Çarşamba manşetinde...
Servet demişken... Kime göre neye göre? Forbes'ın zenginler listetisndeki Murat Ülker üç küsür milyar ile servet sahibi... Servet bu ise, onbinlerce lira servet değil... Ekonomist arkadaşlar daha iyi bilir ama 1 milyar dolar, eşik zannımca bu işte...
Hocaefendi'nin emekli maaşı ve kitap teliflerinin birikiminden elde edilebileceği kısımın üzerinde kalacak her kuruş hesaplandı ise, gazeteler, geliri üstünde servet edinen herkesinkini sorgulasın... Fairplay yani.
Gülen dini bir oluşumun başında... Sistemli bir yapılanmayı yönettiği iddia ediliyor veya biliniyor da diyebiliriz. Bu nedenle elde ettiği, dersaneler ve okullar ile büyüttüğü etkin konumunun, Türkiye Cumhuriyeti'nin dizaynında ne kadar kullanılabileceği, dış güçlerce hesaplanıyor olabilir... Yargıda, poliste ne kadar etkililer ve halk arasında ne kadar popülerler hesabı ile çeşitli oyunlar içinde yer almaya yönlendirilmek istenebilirler. Bunları aylardır hatta yıllardır tartışıyoruz.
Ancak bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, hakarete uğradığını düşünüp veya çeşitli nedenler ile dava açtığında, hukuk dediğinde, onun harç masrafı üzerinden hukuk mücadelesine çamur atan bir gazetecilik etik gelmiyor...
Gülen yargıda kendine yakın isimlere güvenip 1 milyonluk tazminat davası da açmış olabilir... Benim hayalim, örneğin önüne böyle bir dava geldiğinde, ne hükümete yalakalık olsun diye mağduriyet varsa bunu görmezden gelen yargıçların ülkesi... Ne de Gülen eğer bu tazminata hükmedilecek bir durumda değilse, sırf o zincirin halkası olduğundan veya onların gücüne inanarak tazminat kararına hükmedecek yargıçların ülkesi... 
Hükümete sempatisine rağmen ve dahi yargıda paralel yapılanmayı bildiği halde, tazminatı hak ettiyse 'bu adam bu tazminatı hak etmiş' diyebilecek yargıçlar hayal ediyorum... 
Veya Gülen'e yakın olup da, hatta koltuğunu dahi buna borçlu olduğu halde tazminata mahal yoksa bu yönde karar alabilecek yargıçlar hayal ediyorum... 
Gülen'in tazminat istemini onayladı diye hiçbir yargıçı fişlemeye sürmeye kalkmayan bir iktidar partisi ve hukuk devleti anlayışı hayal ediyorum...
Velhasıl, Yüksek yargıç ve unvanlı atamalarda haktan yana yer alacak bir HSYK hayal ediyorum. Dini özgürlükleri hazmetmiş, mezhep ayrımı yapmayan, laiklik derken başkalarının dini özgürlüğünü kısıtlamayı kendine hak görmeyen, açık görüşlü vicdanlı liyakatli hukukçulardan oluşan bir HSYK... Cumhurbaşkanı HSYK yasasını değerlendirirken, hiçbir tehdit ve şantaja teşebbüs etmeyecek, demokratik yöntemleri özümsemiş çıkar grupları ve temiz siyaset hayal ediyorum...
****
Taksim, 1 Mayıs ve Türkiye...

Ak Parti hükümeti Taksim'i 1 Mayıs kutlamalarına ve anmalarına açtığında, sosyalist devrimcilerin bir kısmında sempati toplamıştı... Sonra Gezi oldu, Yenikapı düzenlendi falan filan... Bu yıl izin yok Taksim'e...
Pazartesi basın açıklaması yapmak isteyenler ve Taksim diyenler yaka paça edildi...
Yazık oldu yazık. Ah şu Park inadı... Yani AVM inadı diyeceğim o da değil... 'Biz ne diyorsak o' inadı... 'Park yapmak bizim hakkımız' inadı... Hakkınız doğru. Belki seçmeniniz oraya AVM istiyor... Ama bunca kazanımı kaybetmeye değer miydi? Biz bunu söyledik, ne İsa'ya ne Musa'ya yarandık ama işte yankıları sürüyor. Büyümeseydi keşke... Sonucunda eyvallah AVM de yapılmadı.
Bu konu, tam da bizim istikrar sorunumuz. Bir yıl olabilen bir yıl olmaz oluyor... Bir tarafta bayramın ne olduğunu bilmeyen, yakıp yıkan sözde devrimciler... Bir tarafta bugüne kadar 1 Mayıs'a gelenleri potansiyel tehdit gören faşist egemen güvenlikçi zihniyet gerçekleri... Diğer yanda 1 Mayıs'ta Taksimi işçilere, emekçilere açan Erdoğan. Açtı ve utandırmadı kimse onu. Taa ki Gezi'ye kadar. Bir of çekelim... Bir normal ülke olsak. Tam oluyoruz diyoruz... Bakıyoruz ki yine kutuplaşmışız. Sahte dertlerle... Yine bir oyunlar sahnede... Rahat batıyor bu ülkede herkese. Yönetilene de yönetene de. Ha tabi biraz liyakat, biraz işsizliğe eğilme, biraz bugüne kadar dindar insanlara yapılan ayrımcılığı, bunun mağduru olanlar yapmasa belki farklı olurdu herşey. 
Bunu da anlıyorum baksana herkes birinin adamı. Liyakate göre adam seçse ya darbeci çıkacak, belki din düşmanı belki ajan... Cemastçisi ile bile ters düşünce bunlar oluyorsa... O da haklı... Çok mu anlayışlıyım? Çekelim bir of daha...
****
Başkanlık vs yarıbaşkanlık...

Ergun Özbudun 2007'de Ak Parti için Anayasa hazırlayan değerli bir hoca. Başkanlık sistemine Türkiye gerçeğinde karşı olduğunu söylemiş. Özbudun, sistemin ülkeye uymayacağını kast ediyor. Ve kutuplaşma bugünkü halindeyken böyle bir durumda ülkede gerilimin artacağına işaret ediyor. Elbette bir ülkede yasal alt yapı hazırlanmak kaydı ile halkın desteğini alan herhangi bir ismin Başkanlığı meşru olacaktır. Gerilim çıkarmak isteyenler haksız olacaktır. Ancak sağduyunun olmadığı yerde kumara gerek var mı iyi düşünmeli. Şu an ülkemizde sağduyu yok. Erdoğan düşmanlığı-karşıtlığı 'yeterki gitsin' boyutunda. Erdoğan cesur. Kitlesine, sandığa güveniyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de karşısına birleşik bir aday dahi çıksa kazanma olasılığı elbette yüksek. BDP zaten her koşulda kendi adaylarını çıkaracaklarını açıkladı... Bahçeli henüz karar vermedik dedi. Belki istişare ediyorlar...
Başkanlık sistemi, yerel yönetimin güçlendiği bir federal yapıyı beraberinde getirecek mi? Dar bölge ve seçim barajı konularında da tartışmalar sürüyor.  Özbudun da sanki Türkiye gerçeği derken bunu kastediyor. Başkanlık sistemi yerel yönetimleri güçlendirmenin ötesinde bu yönetimlere kendi kanunlarını yapma yetkisi verecek mi? ABD'de dahi eyaletlerin kendi yasalarının Anayasa Mahkemesine gittiği noktalarda çözülemeyen bazı boşluklar oluyor. Bu işler zor işler. Amerikan gazeteleri Cumhurbaşkanı Gül'ün koltukları değiştirmek istemediği sinyali verdiğine genişçe yer ayırdı geçtiğimiz günlerde. Hayırlar olsun.
****
Şantaj vs montaj...

Erdoğan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e dair bir şantaj kasedi olduğundan bahsetti... Paralel yapının elinde...
'Gül'ün şantaj kasedi olduğunu nerden biliyor' diye konuşuyorlar... 'Biliyorsa kendi yapmıştır' gibi... Onu ima ediyorlar... 
Bugüne kadar Başbakan, Cemaate yakın kadrolara, başkalarına kumpas talimatları verdi mi, bu insanlar Başbakan dedi diye bunu yaptı mı yapmadı mı bilmiyoruz...
Bildiğimiz Başbakan'ın kaset mevzuunda 'ne özeli, genel bu genel' diyen yaklaşımıydı. Bu yorumu siyasi olarak hak gördü. Belki ayağına gelen topa vurdu... Belki farklı...  Zaten genel diye düşünüyorsa 'al sana genel' dediler zaten. 
Ancak, Gül'ün kasedini bilmek için bunun talimatını kendisinin vermiş olması gerekmez. Bir yapılanma varsa bu yapılanma Başbakan'ın yamacındaki pekçok kişinin kasedini 'ahanda bakın' diye koymuş olabilir önüne. Yani olaylar bu noktaya gelmeden önce koymuş olabilirler. 'Bilgi amaçlı' sosu ile aba altından mesajı vermiş olabilirler... Erdoğan  bu nedenle biliyor olabilir. Gül'ün 17 Aralık'tan bu yana kaotik bir karşı çıkışa kapı aralamamasına aşırı öfke duyanlara bakın. 
Elbette her farklı ideolojinin Gül'den beklentisi farklı olabilir. Ümidini kesen olabilir... Ama 'Gül bitti' moduna girenlere bakınca, bana bir kaset varsa, Başbakan'ın bunu bilme nedeni, kaseti dost kazığı olarak elinde tutma olasılığından çok diğeri gibi geliyor... 
'Nerden biliyor' diyenler yakında 'Gül bu kaset nedeni ile ona karşı çıkamıyordu' da diyebilirler. Ben 'şu kimse bunu yapmaz' 'bunlar yapmıştır' falan demiyorum.  Sözkonusu siyaset olunca kimin gözü nasıl dönüyor çok gördüm. Ama bir de buradan bakmak lazım diyorum.
****
Farklı yayın grupları, ortak haber havuzları... Nerde kaldı çoğulculuk? Anladınız siz onu...

14 Nisan 2014 Pazartesi

Vatansızlık ve 'tarihsel gerçekler' ...


1915'te Ermenilerin göçe zorlanmasının bu sene 99. yıldönümü... Yüzüncü yıldönümü yaklaşmışken ABD'de Paskalya tatili öncesi dış ilişkiler komisyonundan geçen Ermeni tasarısı, Senato gündemine alınmadı... ABD Dışişleri sözcüsü ile Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun açıklamalarındaki vurgu aynı. Tarihsel gerçeklerin açıklağa kavuşması için Ermenistan ve Türkiye arasındaki protokol süreci sürüyor denildi...
'ABD, Türkiye'ye bu konuyu sopa olarak kullanıyor' yorumu durumu açıklamaz. Baskı unsuru olabilir. Doğrudur. Ancak Türkiye de dahil devletler, dış ilişkilerinde çıkarları için tüm baskı unsurlarını kullanırlar. Bu doğal...
Birkaç gündür Los Angeles'tayım. California, Ermeni kökenli Amerikalıların yaşadığı bir eyalet. Cumartesi LA'de Ermenilerin muhiti olarak anılan Glendale'e gittim... Ofislerden tutun bakkala kadar pekçok yerde Ermeni kökenli Amerikalı ile karşılaştım.
Bu bölgede, Lübnanlı olduğunu öğrendiğim bir isimle görüşmem vardı. Bu görüşmede ilgili kişi Ermeni çıktı. Ailesi İran'a ordan da Lübnan'a göç etmiş. Ellilerinin başında olduğunu tahmin ettiğim beyefendi, aile büyüklerinin Türkçe bildiğini söyledi... Lübnan'da dünyaya gelmiş... Ailesi Ermeni. Türkiye'de yaşamakta olan Ermenilerden... Yıllardır burada ve Lübnanlı olarak tanınıyor.
****
Geçen ay Dubai'de bir alışveriş merkezinde satış görevlisi, Türk olduğumu anlayıp Türkçe konuştu. Nereli olduğunu sordum.  'Vatansızız biz' diye ekleyerek aile büyüklerinden Türkçe öğrenmiş bir Ermeni olduğunu söyledi...
Vakti zamanında Türkiyeden Suriye'ye göçmüş aile. İkinci kuşak Dubai'de yaşıyor. 
Memleket bildikleri ülkeden çıkmak durumunda kalan dedeleri, sınır komşularımız olan İran'a, veya Suriye'ye gittiler... Bu ülkelerde yaşanan hareketli siyasi gelişmeler, istikrarsızlık ve rejimlere uyum sağlayamamak onları dört bir yana dağıttı... Lübnan, Dubai ve elbette özgürlükler ülkesi olarak anılan, vatansız kalanlara yönelik kabul yasaları olan ABD'ye geldiler... Çocukları, torunları, nesil devam etti.
'Orası Ermenistan'dı' diyen de var örneğin Antep için. Ermenistan'ın bağımsızlığını kazandığı yılı dahi bilmiyor kimisi. Ancak ailelerinin yaşadığı acıları biliyorlar. Kendileri de bir yere ait olmamayı biliyor belki... Özür ve tazminat istiyorlar... 
****
İç siyasete alet etmek...

ABD'de Senato da gündeme alınması neden sözkonusu oluyor peki? 
Türk-Amerikan ilişkilerinde baskı unsuru olarak kullanıldığını bir an kenara koyalım.
Duygusal olarak ve bir lobinin talebi olarak ele alalım. Lobi dediğiniz yaşayan insanlar. Elbette çeşitli önderleri var.
Amerikalı bir senatör olduğunuzu düşünün. Ülkenizde yaşayan Ermeni kökenli Amerikan vatandaşları var. Çoğunun anlattığım gibi hikayesi var. Dinledikçe ikna olmaları son derece normal. Bu insanlar ailelerinin sahip olduğu herşeyi o veya bu sebepten kaybetmiş. Yaşadıkları göç sıkıntıları, yerleştikleri ülkelerde geçirdikleri süreçte verdikleri mücadele... Elbette bunlar, bir kısmının içinde burukluk, bazısında nefrete yol açıyor. Ermenistan çoğu için bilmedikleri bir yer... Yarı Türk hisseden var hala.
Diğer yandan Ermenistan'a dönmüş olan ailelerin çocuklarının bir kısmı  bugün Türkiye'ye gelerek kaçak olarak çalışıyor. Zira Ermenistan'da gelir dağılımı ve iş imkanları konusunda sıkıntılar var. Türkiyedekilerin bazısı apolitik, kimisi bir nefreti bastırıp içinde tutuyor... 

Bu arada bu milli ihanet demek de bu konuyu iç siyasete alet etmek demek olmuyor mu? 2005'te Ak Parti hükümeti ve Gülen hareketi aleyhine Washington'da, Los Angeles'ta lobi yapanlar, bazı diplomatlar dahil başköşelerdeyken bugün bu birbirini yeme manzarasında da yüce Allah'ın adaletinin bir hikmeti vardır muhakkak. İnsanlara yardım veya komisyon baskısı yapıldıysa mesela...


****
'Milli ihanet' ve senatöre bağış...

Ermeni kökenli insanlardan isyancı, terörist, hain çıkmış olabilir. Türklerden de çıkıyor... Halkı sömüren kanını emen, halkın değerlerine düşmanlık edip aşağılayan Türk yok mu sanki? Bu nedenle, bizim topraklarımızı bir dönem vatan bilmiş ve ne olduysa bir şekilde vatansız kalmış tüm Ermenileri karşıt görmek çözüm değil.Zira burada bazı Ermeniler de ne oldu ne olmadı bilmiyoruz diyor. Tanıklar çok yaşlı bikaç kişi. Yaşayan çok az.

Bu insanlar bizim ülkemizden çıkarıldı. Bunun gürültüsünü büyüterek dolaylı da olsa başka amaçlara da hizmet etme ihtimalleri bu gerçeği değiştirmiyor. Yeni nesilleri geçmişlerinden kopuk oldu. Köklerinin geldiği yer karıştı.
Bu insanların hikayeleri var. Buradalar... Amerika'da... Fransa'da... Şurada veya burada... Yaşadıkları ile etki bırakarak oluşturdukları lobi ve oy potansiyelleri olduğu bir gerçek. ABD iç siyasetine malzeme yapılmasın denilebilir. Ancak bu, siyasetin doğası gereği imkansız. Bu konuyu 'Gülen'in şirketleri, Ermeni tasarısını hazırlayan senatöre bağış yapmış' noktasından görmek de ayrı bir konu.
Şaka bir yana şu unutulmamalı. Bu bağış tasarıyı önlemek için yapılmış olabilir. Ancak Ermenilerin sözkonusu New Jersey senatörüne seçim kampanyası sırassındaki bağışı 100bin doların üzerinde... Sabah gazetesi Gülen'e yakınlığı ile bilinen bir hukuk ve bilgisayar şirketinin ise, aynı senatöre 9500$ bağış yaptığına yer veren bir manşetle çıktı... Dokuzbin $ nere yüzbin $ nere. Bu senatör daha önce de yakın arkadaşı olan bir doktorun geliri az olanlara çıkarılan Türkiye'deki yeşil kart benzeri (MEDICAID) kart sahibi hastalar üzerinden devletten 21 milyon ödeme almış olması ile gündeme gelmişti. Senatör Menendez bu ödemeler de aracı olmak ile suçlanmıştı. Bahse konu doktor da en yüklü kampanya bağışı yapan isimlerden. Yani bir senatöre bağış, ona bağış yapan diğerlerinin talepleri dikkate alınırken gölgede kalmamak için de yapılıyor.


****
Peki Türkiye'nin tezi ne? Reddi miras bu konuda çözüm mü? Tarihçiler bu işi çözsün diyoruz. Bu mümkün mü?
Tarihçiler oturup çalışacaksa, buralarda bir kısmı İstanbul Ermenileri bir kısmı Türk Ermenileri şeklinde anılan insanlar ile diğer Ermeniler  nasıl ayrılır onu konuşabilir. Yani göç mağdurları, kayıpları olanlar... Zira Sovyet Rusya'dan geçen, Nazi kamplarıdan kaçan veya bırakılan Sovyet Ermeniler de mevcut.  1915 soykırım tanımına uymuyor. Ancak 'yerinden etme' de önemli bir olay. Tanım kabul edilemese de Türkiye Ermenilerine bir takım haklar verilebilir. Dönüş bu torunların hakkı. Kimsenin geleceğini sanmasam da...


Sent from my iPad

Sent from my iPad