Devletin elinde kan, örgütün elinde kan...
Türkiye'nin bugünü için bölünme tohumları çok önceden atılmış... Halk devlete, halk örgüte kırdırılmış. Derin yaralar açtırılmış...
Vatan uğruna vurulanınki de ana, dağa evladını kurban veren de... Hepsi ağlamış. Hepsi, hepsine sebep olanlara içinden öfkeli belki ama göğsünü dik tutmuş ele... Daha kuruluşun ilk yıllarında onlarca Kürt isyanı olmuş. Dünden, hamurumuz böyle yoğrulmuş...
Gelelim bugüne...
Bölgede birkaç gündür Abalı karakolu yapımı protesto ediliyor. Bu nedenle iki asker 'göstericilerce' kaçırıldı. Bu haberler, vatandaşta farklı tepkilere yol açıyor. Kimine göre 'her şey yolundayken' asker kaçırmak iyi niyete işaret etmiyor. Bu ne biçim barış süreci diyorlar... Oysa göstericilerin de kaygısı, kendi ifadelerine göre tam da bu... 'Barış sürecinde karakol yapımını' protesto ediyorlar. Vali'nin bu dönem karakol yapılmayacağı yönünde açıklaması var. Yetkililer ise bölgede son dönemde 22 karakolun kapatıldığını söylüyor.
Basında yer alan bazı haberlerde yetkililerin farklı görüşleri de yer buldu... Karakollardan bölge halkının memnun olduğu, PKK'nın rahat haraç toplayamadığı için karakol yapımına karşı olduğunun ifade edildiğini okuduk.
PKK veya bölge halkı olsun fark etmez, bu göstericiler sadece karakol yapımına mı karşı, yoksa müzakere sürecinin bir türlü yasal alt yapı ile desteklenerek ilerleyememesinden dolayı başka bir mesajları mı var?
PKK ve bölge halkı için Öcalan aynı şey mi? Hatta PKK içinde aynı manaya mı geliyor? Son tahlilde liderliğinin tartışılmadığı bir gerçek...
Kürt halkı veya diğer ifade ile bölge halkının PKK ile ortak paydasını ve hatta tam tersi kan davasını tartışabiliriz. Ancak bölgede kan dökülen ve çok taraflı ölümlere yol açan onyılların ardından bu tartışmaya gömülmek sağlıksız.
Haraç vermek istemeyen vatandaşa dahi sorsanız 'ölümler olmasın, eski günler gelmesin' diyecektir. Oğullarını, çocuklarını, PKK'nın dağa veya Devlet'in sorguya götürdüğü günleri kimsenin istediğini zannetmiyorum.
Şiddet, geçmişten bu yana demokratik taleplerin dikkate alınmasında zaafı olan bir devlete mesaj vermenin yegane yolu olmuş. Ve şiddetin getirdiği gücün, elbette örgüte rantı olmuştur. Ülkemizin coğrafi konumu, büyük güçlerin çekişmesinin hemen eteğinde yer alması, bölücü unsurların, iç ve dış işbirlikleri sayesinde desteklenmesine yol açmıştır. Hem devlette hem örgütte kime çalıştığı belli olmayanların bulunduğu biliniyor.
Bugün şiddet duracaksa, bölgede asker kaçıran göstericiler PKK'lı ise dahi mesajları dikkate alınmalıdır. Bölgede hakim olma savaşının silahla sürmesinden ise, örgütün siyasi kanadının siyasi beklentileri dinlenmeli ve kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
Müzakere süreci birtakım temsilci ve aracılar ile yürütülüyor. Sorunun çözümünde adım atmaktan çekinmemeli... Örgüt zaten otuz yıldır öldürmekten, devlet de cevap vermekten yorulmadı. Artık yeni bir yol denenmezse, Türkiye, civarındaki diğer ülkeler gibi, ayrıştırılıp kaosla ateşe atılan bir ülkeye çevrilmek istenebilir. Elbette bu endişe yüzünden, devlet, kim ne istiyorsa yapalım diyemez. Bölge halkının, siyasi tercihini korumak, güvenliğini sağlamak hala ‘Devlet'in görevidir. Ancak refleksler bu açılardan değerlendirilerek kontrol altına alınmalı.
Gösterilere müdahale edildikçe provokatif adımlar görülebilir. Nitekim müdahalenin ardından patlayıcı madde atıyorlar. BDP, göstericilerin, yetkili ağızdan açıklama gelmeden gösterileri sona erdirmeyeceğini açıklıyor.
Şu an KCK kadroları, Kandil buraları yönetmek istiyor. Devletle müzakere ediliyor. Aracıların işi zor. Bunları yok sayarak 'bölge halkı karakoldan memnun' demek makul mü? 'Karakolu yapmayın' askerleri bırakalım teklifini 'küstah' bulan zihniyet, otuz yıldır ölümle sonuç veren politikaları nasıl niteliyor acaba? 'Açılım ile şımardılar' diyenlerin gazına gelmemeli. Bunlar hassas dengeler. Devletin de işi çok zor.
Örgüt zaten bugüne dek bölge halkının ihtiyacına hitap edebilecek farklı tüm sol oluşumları bölgeden çıkardı. Sadece kendi hegemonyasını istedi. Bunlar bir şey ifade ediyorsa da çok şey ifade etmiyor...
***
Ve madalyonun diğer yüzü de var...
Ak Parti hükümeti şu ana dek F tipi denilen kadrolara güvenerek darbeciler ile mücadele etti. Erdoğan bu dönemde bazen ‘Cemaat'e devlet içinde bolca alan açtı. Darbeciler adı üstünde zaten siyasi iradeyi yok sayabilir. Fakat bunlara karşı mücadelenin teknik kısmını yürüten yapılanma da beklediğini bulamayınca (veya çok idealistler, sırf hükümet 'haram yiyor' diye içlerine sindiremediklerinden) iktidar ile mücadeleye girdi. Hükümet bunun üzerine, 17 Aralık sonrası, bugüne kadar cemaat kadroları ile aynı safta mücadele ettiği ve bazıları darbecilikle suçlanan askerlere mesajını değiştirdi. O asker bir deyişle PKK ile savaşıyordu... Bunların hepsi çok sayıda spekülasyona yol açtı.
Birbirine bağlayalım... Kendilerini Kürt özgürlük mücadelesinin temsilcisi olarak görenler ise şimdiye kadar hiç alamadıkları kadar yol aldıkları için beklediler. Cemil Bayık her ne kadar 'Ak Parti'den çözüm beklemek gaflettir' dese dahi... Neticede örgütçülerin, ne darbeci askerler ne de diğerleri gibi satış yaptıklarını görmedik şimdiye dek. Yapma şansları da yoktu belki de...
Bu konu Türkiye'nin kaderinde, demokrasi mücadelesinde hayati... Şimdi bugüne bakma zamanı...
BDP yerel yönetimlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Demir Çelik'in Radikal'e yaptığı açıklamalar önemli. ‘Türkiye'ye 25-26 bölgesel özerk yönetim öngörüyoruz... T.C'nin yanında ayrı bir Kürt devleti arayışında değiliz.' diyor... Özerk, federal ve konfederal yapıların dünyanın pek çok demokratik ve zengin ülkesinde mevcut olduğunu, uzaydan getirmediklerini vurguluyor...
***
Neden yıllarca dağları bombaladık?
Bir tarafta yıllarca bölgeyi bombalamış havacılar var mesela... 'Böyle olacaktıysa biz neden vurduk?' diyorlar. Bu sorunun muhatabı bugünkü iktidar partisi mi o günkü politikaların mimarları mı?
Bir diğer tarafta 'bu iş bitiyordu, boşa taviz verildi' diyenler... Özerkliği, dış güçlerin 'böl-yönet' oyunun parçası ve bir ileri aşamanın öncü adımı olarak görenler de var.
Şehit ailelerinin bir kısmı durumu anlamakta zorluk çekiyor. Onlarla yeterince konuşuluyor mu? Basına iki üç aile çıkarmaktansa uzun bir emekle herkesle konuşulmalı.
Ve tüm bu bölünme paranoyalarını bırakıp soralım. Biz hali hazırda, şu halde bölünmedik mi? Zihnen bölünmedik mi? Türlü kirli veya karanlık işlerini Kürtlere yaptırıp iş eşit vatandaşlığa gelince gak guk eder durumda olmak bölünmüşlük değil mi?
Biz bir tek Kürt-Türk olarak bölünmüş de değiliz... Sosyolojik açıdan enine boyuna her şekilde bölünmüşüz zaten.
Irak nasıl Sünni-Şii olarak bölünmüş? Suriye nasıl çeşit çeşit gruba ayrıldı bir anda?
Biz bu zengin sayıda hassas damarlarımızı, zorlamadan, güzellikle, şeriatçısından laikine kadar, birbirimize saygı içinde korumalıyız. Cemevlerine statü vermekten korkmamalı örneğin. Zira herkesin inancı kendi inandığı şekli ile bir seçim...
Daha ana dilinde neyin ne olduğunu öğrenmeye çalışan bir çocuk için, anadilde kreş de son derece önemli.
***
Bölge halkının iradesini korumalı...
Yasal düzenlemeler sağlam yapılır ve bölge halkının siyasi iradesi iyi korunur, bir güvence altına alınırsa bu sistem çalışır. Zorluklar var. Yerel yasaların Anayasa'ya uygunluğu, olası hukuk süreçleri kolay olmayacak. PKK'nın kendi polis gücü diye diretmesi,sandık noktasında halka uyguladığı geleneksel baskıdan dolayı güven vermeyecektir. Bugüne kadar Kürtleri Kürtlere rağmen yönetenler yetti. Bedel ödeyen sadece PKK'lı kürtler olmamıştır. O nedenle bu noktalar detaylı çözülmeli. Bundan sonra ise, BDP veya DBP veya HDP, yani Kürt partisi de artık bugüne dek istismar edilmiş bölge halkının siyasi ihtiyacına cevap olmak adına kendi politikalarından mesul olacaktır.
Pazartesi günü 19 BDP'li vekil HDP'ye katıldı. Bakarsınız ki HDP, halkı, bugüne kadar akan kanın sorumluluğunu izah edebilen bir parti olduğuna inandırabilirse, tüm Türkiye için alternatif de olabilir ... Zira Türkiye'de Kemal Kılıçdaroğlu CHP'sinin, alternatif olabileceğine olan ümit rüzgarından bir netice çıkmadı. Partinin genetik duruşu liderin önünde hala. CHP’nin ‘Sol’ olduğuna, hakların özgürlüklerin partisi olduğuna inanç var mı?
***
Gül'ü ödüllendirmek zorundasınız...
Yeni dönemde Cumhurbaşkanının yetkileri artacakmış... Eğer öyleyse iktidar partisinin adayı Abdullah Gül olmalı... 'Olağanüstü yetkili bir Erdoğan diktatör olur' kaygısı ile söylemiyorum. Öyle olur mu olmaz mı, yorum yapmıyorum. Ancak şu kesin ki; olmasa da oldu derler...
Gül şimdiye kadar yetkisiz şekilde, sembolik olarak görevini sürdürdü. Noterize şekilde önüne getirilen yasaları onaylamakla eleştirildi. Buna katılıp katılmamakta da serbestiz tabii. Ancak bu görünümü vermiş olması dahi bir itaatse, bu siyasi olarak ödüllendirilmeli. Bu hem daha adil olur hem de ülkenin huzuru için iyi görünüyor.
Daha önce de yazdık. Erdoğan aday olup kazansa halkın iradesine kimsenin sözü olamaz. Ancak buna dair risklere önceki yazılarda değinmiştik. Sağduyu önemli.
--
Serra Karacam's investigative media programme ‘Medya Müfettişi’ produced for the Turkish national broadcaster TRT. Specifically focused on but was not limited to topics such as press ethics, media impartiality, freedom of speech in Turkey. Achieved consistently high ratings and garnered significant media attention. Sustained high viewer interaction and became a very well-known programme in the Turkish media sphere.
29 Nisan 2014 Salı
Demokratik Bölgeler ve PKK demokrasisi...
Etiketler:
abalı,
bomba,
demir çelik,
dil,
f tipi,
fidan,
gül'ü ödüllendirmek,
halkın iradesi,
karakol,
müzakere,
özerklik
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder