Son yazımda Milliyet'ten Tezkan'ın kamuda türban yasağı hikayesine yaklaşımını ayıplamıştım. Madem ihtiyaç varmış, özel sektörde neden türban yokmuş vs dediği yazı. Elmalar ile armutlar hikayesi yapmıştı resmen. Tam demagoji.
Bugün de Tezkan'ın köşesine ilgiyle baktım ve gönül rahatlığı içinde derin bir nefes aldım okuduktan sonra. Tezkan 'Okullar ile birlikte kıyamet kopacak' başlığı ile 66 aylıkken okula başlayacakların yaşayacaklarını anlatıyor . Kaos çıkabilir demeye getiriyor.
80 kişilik, hadi bilemedin 60 kişilik sınıfları eleştiriyor.
Eylül'de kıyamet kopacak, iktidar bu acıklı durumu yazan medyaya kızacak diyor. Müneccim olmaya gerek yok ama cesur olmak güzel. Yeterki doğruyu önyargısız söyle. Çarpıtmadan söyle. Sadece, öyle olduğu için ve bu bazı insanların veya herkesin haklarının ihlali olduğu için söyle. Ama bunu eşit yap.
Dedim ya haklı. Muhtemelen öyle olacak. En başta okulların fiziki koşullarının yeterince uyarlanmaması nedeni ile hazırlıksız bir sistem değişikliği geçiş döneminin acısı yaşanacak gibi.
Tezkan'ın öngörülerine sonuna katar katılmamak mümkün değil. Ama orada şöyle bir not düşmüş ki, orasını okuyunca huylu huyundan vazgeçemiyor işte dedim.
Efendim, bir inat uğruna bir nesil heba oluyormuş.
Tezkan 28 Şubat döneminde, Meslek Liseliler yani İmam Hatipliler; okula başlarken bilmedikleri bir uygulama ile yıl ortasında karşı karşıya kalıp hayat boyu mağduriyetini yaşayacakları üniversite hayatlarını etkileyecek öneri uygulandığında neden bu soruyu sor-ma-mış-tı? Onlar başlarına böyle birşey geleceğini bilseler ve en azından bile bile öyle tercih ettiler o okulları denilebilseydi, bir parça rahat ederdi vicdanlar.
Başörtülü kızlar cemaatlerden, iş adamlarından burslar bulup yurtdışına gitme arayışına girmezdi falan. Neyse onda da vardır bir hayır. O dönem yapılan çarpıklık, yani bir şekilde o sistemin dönüşü sağlanmalı, İHL ve meslek liselerinin o dönem kaybolan onurları tamir edilmeliydi. Siyaseten bunu anlamak mümkün. Belirli ölçüde ailelerin talebi de vardı.
Ha laik devlet neden İHL açar derseniz oraları tartışabiliriz. Farklı din mensubu ailelere de; din adamı yetiştirmek istedikleri çocuklarına farklı bir ortaöğretim sağlanabilecek mi veya çocukları başka meslek seçecek de olsa, kendi dinlerini öğrenebilecekleri devlet okulu bulacaklar mı orası tartışılabilir. Buna da kimse itiraz etmez.
Sonuçta o zamanki değişiklik düzenlenmeliydi ama böyle apar topar olmamalıydı. 28 Şubatçıların yaptığı gibi olmasa da , oy kaygısı ile hızlı hareket ederek mağduriyet yaratılmamalıydı. Yani 'biz bunu da düzelttik' demek hükümetin siyasi hakkı, taleplere cevap vermek gerekir. Ama bunu yaparken en iyi şekilde uygulamakta görevi.
AMAN HA SAKIN HA!... PKK GÜNDEM BELİRLEMESİN MİŞ MİŞ...
Tezkan'ın köşesinin bir diğer bölümünde terör ile ilgili ' başkalarının' demagojik söylemlerine yer verdiği satırlara ise kelimesi kelimesine, harfi harfine ka-tı-lı-yo-rum. Terörü konuşmayalım, dik duralım, cenazelere sevgi göstermesin aileler, oturum yapılmasın Meclis'te, PKK gündem belirlememiş olmasın mış mış...
E o zaman müsade etme bunların olmasına, PKK nın gündem belirlemesine müsade etmemek, gerçekleri konuşmayıp milleti ve kendini kandırmakla olmaz, sorunu çözmekle olur. Silahlı mücadele ve teröre teslim olmama martavalları gerçek olsa da ölenler de gerçek. PKK'nın ikna ettiği gençlerin dağa çıkışı durmadan başka sorunların olduğunu görmemek imkansız. Gündem belirletmemek, gündem belirleyecek işlere kalkışamamaları ile olabilir ancak. Ha münferit şehir saldırıları vs den bahsetsek, dünyanın heryerinde oluyor diyebilrsiniz... Ama bunlar hala dağda sa-va-şa-cak 150 adamı çatışmada kayıp veriyorlarsa, Tezkan'ın dediği gibi PKK nın Suriye olayları ile bölge Kürtleri gerçeğinden ayrı değerlendirilemeyeceğini, görmezden gelinemeyeceğini hatırlamak lazım. Ve ''bizim'' 2 şehit verip 150 terörist öldürmüş ''olmamız'' herşey yolunda demek midir emin değilim.
Konuşmayalım, ok, teröre prim vermeyelim ok ama bu kadar da değil.
Ne güzel yazmış Tezkan. Ellerine sağlık.
Olimpiyatlar konusunda attığı çengelde de haklı.
Hep böyle görmek isteriz...
Bakın Türkiye'nin iki kanayan yarasında yaptığı eleştirileri, belki de hükümetin prestijini en çok sarsacak iki konuda yaptığı tespitleri anladığım için mutluyum.
Tezkan bir yazar olarak, oy aldığı kesimin hakkı olan eşitliği teslim etme noktasında, kamuda türbanı serbest bırakmayan hükümeti eleştirseydi, yine muhalif gazetecilik yapmış olurdu. Ama iktidar bunu çözecek diye korkan, muhalefet söylemi ile halkın temel haklarının karşısında durunca okuyucularını incitti. Hükümetin de çok taktığını sanmıyorum o da ayrı. Sadece bir kesimin sesini duymak, halkı ayırarak seslere yer vermek olmaz. Bu yandaş medyanın da candaş medyanın de eşit şekilde sorunu.
Yani derdimiz hükümet eleştirilmesin, insanlara hükümeti sevdirilecek yazılar yazılsın değil.
Bin türlü yolu var içi dolu, halka dokunan , önyargılardan uzak eleştiri yapmanın. Ve bu yolla daha çok can acıtabilir bonus olarak. Ama, amaç bu olursa, başlama noktası bu olursa, olmaz.
Hükümet eleştirilecek diye, insanların temel hakları yok sayılabilecek ve görmezden gelinecek bir yerde görülmesin halk. Bu halk enayi değil. Enayi ise dahi, gönüllü enayi olacağı yeri kendi belirliyor artık. Derdimiz bu. Bilmem anlatabildim mi...
Bugün de Tezkan'ın köşesine ilgiyle baktım ve gönül rahatlığı içinde derin bir nefes aldım okuduktan sonra. Tezkan 'Okullar ile birlikte kıyamet kopacak' başlığı ile 66 aylıkken okula başlayacakların yaşayacaklarını anlatıyor . Kaos çıkabilir demeye getiriyor.
80 kişilik, hadi bilemedin 60 kişilik sınıfları eleştiriyor.
Eylül'de kıyamet kopacak, iktidar bu acıklı durumu yazan medyaya kızacak diyor. Müneccim olmaya gerek yok ama cesur olmak güzel. Yeterki doğruyu önyargısız söyle. Çarpıtmadan söyle. Sadece, öyle olduğu için ve bu bazı insanların veya herkesin haklarının ihlali olduğu için söyle. Ama bunu eşit yap.
Dedim ya haklı. Muhtemelen öyle olacak. En başta okulların fiziki koşullarının yeterince uyarlanmaması nedeni ile hazırlıksız bir sistem değişikliği geçiş döneminin acısı yaşanacak gibi.
Tezkan'ın öngörülerine sonuna katar katılmamak mümkün değil. Ama orada şöyle bir not düşmüş ki, orasını okuyunca huylu huyundan vazgeçemiyor işte dedim.
Efendim, bir inat uğruna bir nesil heba oluyormuş.
Tezkan 28 Şubat döneminde, Meslek Liseliler yani İmam Hatipliler; okula başlarken bilmedikleri bir uygulama ile yıl ortasında karşı karşıya kalıp hayat boyu mağduriyetini yaşayacakları üniversite hayatlarını etkileyecek öneri uygulandığında neden bu soruyu sor-ma-mış-tı? Onlar başlarına böyle birşey geleceğini bilseler ve en azından bile bile öyle tercih ettiler o okulları denilebilseydi, bir parça rahat ederdi vicdanlar.
Başörtülü kızlar cemaatlerden, iş adamlarından burslar bulup yurtdışına gitme arayışına girmezdi falan. Neyse onda da vardır bir hayır. O dönem yapılan çarpıklık, yani bir şekilde o sistemin dönüşü sağlanmalı, İHL ve meslek liselerinin o dönem kaybolan onurları tamir edilmeliydi. Siyaseten bunu anlamak mümkün. Belirli ölçüde ailelerin talebi de vardı.
Ha laik devlet neden İHL açar derseniz oraları tartışabiliriz. Farklı din mensubu ailelere de; din adamı yetiştirmek istedikleri çocuklarına farklı bir ortaöğretim sağlanabilecek mi veya çocukları başka meslek seçecek de olsa, kendi dinlerini öğrenebilecekleri devlet okulu bulacaklar mı orası tartışılabilir. Buna da kimse itiraz etmez.
Sonuçta o zamanki değişiklik düzenlenmeliydi ama böyle apar topar olmamalıydı. 28 Şubatçıların yaptığı gibi olmasa da , oy kaygısı ile hızlı hareket ederek mağduriyet yaratılmamalıydı. Yani 'biz bunu da düzelttik' demek hükümetin siyasi hakkı, taleplere cevap vermek gerekir. Ama bunu yaparken en iyi şekilde uygulamakta görevi.
AMAN HA SAKIN HA!... PKK GÜNDEM BELİRLEMESİN MİŞ MİŞ...
Tezkan'ın köşesinin bir diğer bölümünde terör ile ilgili ' başkalarının' demagojik söylemlerine yer verdiği satırlara ise kelimesi kelimesine, harfi harfine ka-tı-lı-yo-rum. Terörü konuşmayalım, dik duralım, cenazelere sevgi göstermesin aileler, oturum yapılmasın Meclis'te, PKK gündem belirlememiş olmasın mış mış...
E o zaman müsade etme bunların olmasına, PKK nın gündem belirlemesine müsade etmemek, gerçekleri konuşmayıp milleti ve kendini kandırmakla olmaz, sorunu çözmekle olur. Silahlı mücadele ve teröre teslim olmama martavalları gerçek olsa da ölenler de gerçek. PKK'nın ikna ettiği gençlerin dağa çıkışı durmadan başka sorunların olduğunu görmemek imkansız. Gündem belirletmemek, gündem belirleyecek işlere kalkışamamaları ile olabilir ancak. Ha münferit şehir saldırıları vs den bahsetsek, dünyanın heryerinde oluyor diyebilrsiniz... Ama bunlar hala dağda sa-va-şa-cak 150 adamı çatışmada kayıp veriyorlarsa, Tezkan'ın dediği gibi PKK nın Suriye olayları ile bölge Kürtleri gerçeğinden ayrı değerlendirilemeyeceğini, görmezden gelinemeyeceğini hatırlamak lazım. Ve ''bizim'' 2 şehit verip 150 terörist öldürmüş ''olmamız'' herşey yolunda demek midir emin değilim.
Konuşmayalım, ok, teröre prim vermeyelim ok ama bu kadar da değil.
Ne güzel yazmış Tezkan. Ellerine sağlık.
Olimpiyatlar konusunda attığı çengelde de haklı.
Hep böyle görmek isteriz...
Bakın Türkiye'nin iki kanayan yarasında yaptığı eleştirileri, belki de hükümetin prestijini en çok sarsacak iki konuda yaptığı tespitleri anladığım için mutluyum.
Tezkan bir yazar olarak, oy aldığı kesimin hakkı olan eşitliği teslim etme noktasında, kamuda türbanı serbest bırakmayan hükümeti eleştirseydi, yine muhalif gazetecilik yapmış olurdu. Ama iktidar bunu çözecek diye korkan, muhalefet söylemi ile halkın temel haklarının karşısında durunca okuyucularını incitti. Hükümetin de çok taktığını sanmıyorum o da ayrı. Sadece bir kesimin sesini duymak, halkı ayırarak seslere yer vermek olmaz. Bu yandaş medyanın da candaş medyanın de eşit şekilde sorunu.
Yani derdimiz hükümet eleştirilmesin, insanlara hükümeti sevdirilecek yazılar yazılsın değil.
Bin türlü yolu var içi dolu, halka dokunan , önyargılardan uzak eleştiri yapmanın. Ve bu yolla daha çok can acıtabilir bonus olarak. Ama, amaç bu olursa, başlama noktası bu olursa, olmaz.
Hükümet eleştirilecek diye, insanların temel hakları yok sayılabilecek ve görmezden gelinecek bir yerde görülmesin halk. Bu halk enayi değil. Enayi ise dahi, gönüllü enayi olacağı yeri kendi belirliyor artık. Derdimiz bu. Bilmem anlatabildim mi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder